16 Kasım 2020

Spotify'dan KURTULMA rehberi

Bir zamanların tatlı, amatör programı. Bugünün şeytanı. Spotify sanırım yazılmış en başarısız Bilgisayar programlarından birine sahip olmasının yanında artık Sanatçılara ödediği “az” ücreti daha da azaltma kararı aldı. Üstüne üstlük büyük sanatçılardan keserken, az dinlenen sanatçıları da “reklam” vermeye mecbur kılan yapısıyla gerçek bir Evdeki Düşman halinde. Hadi gelin Spotify Playlistlerimizi taşıyalım

10 Kasım 2020

POPRAP ile Yıkanan Zihinleri zorlar: Şehinşah - 666

Şehinşah uzun bir aradan sonra (2016) yeni bir Uzunçalar / Albüm ile karşımıza çıktı. Ancak genel anlamda karışık tepkiler aldığını söylemek mümkün. Gelin önce albümü, ardından da bu tepkilerin sebeplerini anlamaya çalışalım.

666 Teknik anlamda yeni bir çıta.

Çok eskiden beri Rap müziğin en farklı ve en komplike tarzlarından birine sahip olan Şehinşah, özellikle “Baban” teklisinde gösterdiği kolay kalemi ile beni endişelendirmişti. Ulaştığı yeni kitleleri tatmin edecek, daha kolay anlaşılan, Akımlaştırılmış bir albüm dinleyeceğimize dair bir korku içerisindeydim.

Ne mutlu ki 666, bunun tam zıttı istikamete gitmiş. çatallı anlatı yapısı, bol betimleme, benzetme ve taşlama ile bir defa dinleyip kenara atılacak bir albümden ziyade kasıt edilenleri anlamak için defalarca üstünden geçilecek, dinlerken sözleri okunup satır araları anlaşılmaya çalışacak bir albüm olmuş. 666’yı dinlerken bir çok yerde “ya bu bunu nasıl yazmış” diyerek sözleri okumak, örüntüyü görmeye çalıştım. Bunu en son hangi albümde yaptığımı hatırlamıyorum bile, üzerinden oldukça zaman geçmiş.

Dışı iri koçum, içi sıska

Mızıklanıp hızla cıvıklaş

Sallapati rapini kıskanır

Kızlar ezer ötesi karakteri fıslar hışımla

Labirent

Bu dörtlüğü parça içerisinde dinleyip Flow’a kapılmak da, liriklere bakıp iğnelemeleri yakalamak da dinleyicinin elinde. Bu noktada albümün bir numaralı amacının bir “Hit” çıkarmaktan ziyade anlatıyı aktarmak olduğunu düşünüyorum. Bunun için en büyük dayanağım ise yazılırken bilinçli / bilinçsiz kullanılan bazı karmaşıklıklar.

Rehabilite, Türlü Bela gibi parçalarda karşımıza çıkan bu karmaşıklığı özetlemek gerekirse

  • Birden fazla noktadan ilerleyen (Türlü Bela ilk verse)
  • Ani tema değişikliklerine gidip ardından kaldığı yerden devam eden yapı (Rehabilite ilk verse – 8. Barda verilen 7 Barlık ara ve Bu barlar arasındaki bağlam farklılığı)
  • Çok fazla özne (Türlü Bela ilk verse’ün sonlarına doğru peş peşe bahsedilen dört gizli özne)

Bu maddeleri Şehinşah’ın kasıtlı mı yaptığı, yoksa artık yazım tekniğine işlenmiş şeyler mi olduğu tabii ki tartışmaya açık. Öyle ya da böyle bu yapının yukarıda bahsettiğim gibi geri dönerek tekrar ve tekrar dinlenecek / okunacak şarkıların ortaya çıkmasında yardımcı olduğunu düşünüyorum

şehinşah 666

en az Şehinşah kadar etkili : Gezer on the Beat

Arda Gezer’in yaptığı prodüksiyonlar ile albümün ruhunun ve müzikal bütünlüğünün ortaya çıkmasında büyük pay sahibi olduğu bariz. Zira Albümün bir bütün olarak ortak bir payda taşımadığında hemfikiriz, herhangi bir süreklilik / ortak mesaj taşımayan bir albümü “toplu parçalardan ayıran en önemli nokta Prodüksiyon.

Bir çok parçada gördüğümüz karanlık sound, tıpkı FerzanBeats & Arda Gezer ortaklığındaki C-137’de olduğu gibi Ambient Pad ve Leadler ile devam ediyor. Ancak maalesef insanın ismi çıkacağına canı çıksın, albümde Arda Gezer’e bir çok eleştiri geldi, bana kalırsa bir çoğunun altı o kadar da dolu değil.

Prodüksiyon tarafında gözüme çarpan -ki lanet olsun bir kere fark edince göz ardı edemiyorum) kullanılan bir çok davul setinin seslerinin birbirine yakın oluşu, özellikle Dilemma ve Türlü Bela parçalarının seslerini birbirine çok benzettim.

Albümde Prodüksiyon anlamında favorim ise “Sür ya da Öl”, bana kalırsa bir prodüksiyonun şarkıya katkısını anlamak için vokalleri bambaşka bir parça üzerinde düşünüp, mevcut prodüksiyonun etkisini anlamaya çalışmak gerekiyor, Sür ya da Öl özelinde parçanın ruhunun ortaya çıkmasına Arda Gezer’in büyük katkısı olduğu ortada.

karışık tepkilerin asıl sebebi

İşte en çok konuşmak istediğim nokta burası. Albümde prodüksiyon kaliteli, gayet zekice yazılmış barlar, güzel bir flow var. Yani bir Rap albümüne dair beklediğimiz her şey yerli yerinde. Yine de albüme yönelik izlenim sanki hiç bir beklentiyi karşılayamamış, havada bir albümmüş gibi. Bunun bir çok sebebi var.

Şehinşah’ın bizzat kendisi.

DEEV sonrası çıkardığı tüm tekliler korkunç başarılara ulaştı Şehinşah’ın, ki hakkını yememek gerekiyor KARMA, MİLYON, YAK YAK YAK, PİRANA oldukça başarılı ve geldikleri yeri hak eden işler. teklilerle Pop İkonu haline gelmesiyle beraber, müziğine eşlik eden milyonlarca yeni dinleyiciye erişti. Bu dinleyiciler doğal olarak Şehinşah’ın müziğinin geçmişinden, kendisinin hayata karşı “iplemez” duruşundan haberdar olmayan kimselerdi. Ve Şehinşah’tan beklentileri de Kendi rap tanımlarının içine girebilecek bir albümdü.

Yalnız buradaki Problem, kendi rap tanımlarının “Pop Rap” denen, kolay dinlenen – ağıza yapışan – üzerine çok düşünülmeyecek bir Müzik olması. Ki bu Şehinşah’ın kariyerinin TAMAMINDA (sadece Karma değil, özgürlük güvercini – kapatıyoruz zamanlarına kadar) tam zıttını temsil ettiği bir müzik (sadece Yaz Yağmurum parçasında yaptı bunu)

Ki kendileri de aslen Şehinşah dinlemeye tam olarak bunun zıttı parçalar dinleyerek başladılar, ancak hem Şehinşah’ın rakiplerinin algıları hem de genel anlamda TÜM RAPÇİLERİN üretimi sanki herkes PopRap yapmalı – akil olan buymuş gibi bir noktaya taşıdı, halbuki değil. 666, bu sene saf Rap’e göz kırpan bir kaç işten birisi.

Fakat Şehinşah’ın bu albüme dair veremediği hava bunun bir PopRap albümü olmadığı gerçeğiydi. Albüme dair sadece görsel (ve hakkını yemeyelim arabadan paylaşılan Snippet) paylaşarak oluşan algı adım adım -nedense- YILIN HİTİ GELİYOR ABİ! noktasına geldi. Bu da albümü ilk kez dinleyen yeni Şehinşah dinleyicilerinin gözünde başarısız bir albümmüş hissi yarattı. Buradan çıkaracağımız sonuç; Bazen albümü hayranlara bırakmamak gerekir, albüme dair ufak “anlatımlar” her zaman işe yarar.

PopRap

E abi az önce bahsetmiştin dediğinizi duyuyorum, hayır bi dakika. Bu albüme dair bir çok görüşüne değer verdiğim kişinin albüme yönelik yaptığı eleştirilerde gördüğüm ve gördüğüme inanamadığım bazı laflar vardı “yazılanları anlamadım” en aklımda kalanı. Bana göre bu, rap müziğin nasıl yazılması gerektiğinin birebir örneği. Zira Kelime oyunu, betimleme, taşlama, asonans, aliterasyon bu müziğin tekniğinde olması GEREKEN şeyler. Diğer türlü yazılan ve okunan şeylerin Rap müzik mi yoksa Mustafa Ceceli ilahisi mi olduğunu tartışırız.

Ancak bu “yazılanları anlamamak” ve hazırcılık bana oldukça vahim bir gerçeği gösterdi. Rap müzik dinleyicilerinin yarısından fazlası PopRap denen ve Rapçiler adeta sinekten yağ çıkarırcasına zorlanan batakla zihinlerinin yıkandığını gösterdi. Evet, 90 BPM Boom Bap tarzı beate okumak “gerçek rap” değil fakat hiç kelime oyunu, betimleme, akıllıca laflar etmeden yazılan şeyler de Rap değil, sound değişebilir ancak tekniği iki tane şımarık çocuk / patron Amerika’da çok sattığını gördü diye değiştiremeyiz.

666’nın kendisine hitap etmediğini söylemek ile kötü olduğunu söylemek arasında şöyle ince bir fark var, eğer bahsettiğimiz Rap müzikse tüm kriterleri karşılayan bir albüme “Kötü Rap Albümü” denmesi bana mantıksız ve abesle iştigal etmek gibi geliyor. “Kötü Müzik” eleştirisini tartışabiliriz, daha büyük bir kümede gerçekten albümün sakil duran yanları olabilir ancak hem vokal, hem teknik, hem prodüksiyon anlamında başarılı bir rap albümüne gelecek eleştirilerin Rap müziğin esaslarının hatırlanıp, bu esasalar üzerinde yapılması gerektiğini düşünüyor ve tüm “hiphop” insanlarından bunu bekliyorum, bir Rap albümüne bir tane daha “dream tv vj’inin yapacağı kıvamda eleştiri” okursam hayal kırıklıklarım derinleşecek zira.

3 Kasım 2020

Spotify sanatçılara DAHA DA AZ ödeyecek

Spotify, Apple Müzik / Fransa destekli Deezer, Jay-Z’nin hobisi TIDAL gibi dev rakiplere karşın gerçek bir Müzik pazarı tekeli olmayı başardı. Müzik dinlemenin neredeyse Spotify kullanmakla eşdeğer olmasının getirdiği özgüvenle beraber Spotify kurucu ve aktif CEO’su Daniel EK’in bir çok anlamsız beyanat vermeye başlamıştı “Sanatçılar için albüm mantıksız, Single çıkarsınlar, Müzik = İçerik kardeşim haftada bi parça çıkar” ((Daniel EK’in açıklaması ve gelen tepkiler: https://www.nme.com/news/music/musicians-criticise-spotify-ceo-album-release-comments-2719827)) bunun en büyük ve aptal örneğiydi.

Burada CEO’nun istediği tabii ki Platform üzerinde aktif streamler görmek ve reklamverenlere ulaştırmak. Müzikal anlamda bir beklentisi / anlayışı yok. Keza umrunda da değil.

Spotify sizi “öne çıkarır” / parlatırsa daha az ödeyecek.

Spotify, iki gün önce yaptığı açıklamayla büyük bir değişiklik duyurdu. Bu açıklamada eğer bir sanatçı “kişisel” / “algoritma” önerileri üzerinden dinleyiciye ulaşırsa daha az ödeme alacak. Örneğin;

  • Sanatçı Radyosu
  • Haftalık Keşif
  • Zaman Kapsülü
  • Bir Daha Dinle
  • Daily Mix
  • Yaz Hatıraların
  • B-Side
  • Kaçıp Gidenler

Bir çırpıda aklıma gelen “algoritma” / “kişisel” şekilde oluşturulan listeler. Bu listeler üzerinden yapılan her dinleme Platformun sanatçıya sunduğu bir lütuf olarak tanımlanıyor artık. Bu tarz listelere ücretle girilmiyor / girilmeyecek ancak Spotify artık şunu diyor

“Kişiselleştirmiş Dinleme Oturumlarında (Kişisel Playlistler) yer alan sanatçılar, promosyon karşılığında telif ücretinin belli kısmından feragat etmeyi kabul eder.”

Spotify karşısında dinmeyen Tepkiler

Platform üzerinde oluşan büyük ekonomi (ayrıca kayıt dışı dönen “sözde” dinlenme sayıları gibi çakallıklar) karşısında sanatçılara hala en az ödeme yapan Platform olarak, gücünü alışkanlıklardan alıyor. Dayalı döşeli Playlistlerini terketmek istemeyen, önerilerden vazgeçmeye korkan kullanıcı Platformda kalıyor, Platform güçleniyor. Ancak playlistleri taşımak / başka bir stream servisine geçmek oldukça kolay (bu hafta onu da sehirveritim.com’da bulabilirsiniz)

Bu başına buyruk, despot tavırlara karşılık geçtiğimiz hafta başlayan Sanatçı hareketi oldukça harlandı.

Yeni kurulan “Union of Musicians” hareketi “Justice at Spotify” kampanyasıyla Spotify’a karşı taleplerini sıralıyor

  • Stream başına EN AZINDAN bir (1) Cent Ödeyin – Şu an her dinlenmeye 0.038 Cent ödüyor, Bir Amerikalının bir adet (1) Kahve alabilmesi için 732 kere dinlenmesi gerek
  • Şeffaf olun – Karışık ödeme şablonları, editoryal ve algoritma playlistleri neye göre hazırlanıyor? Ücret karşılığı Playlist işine (Payola) son verin
  • Sanatçıyla Kavgayı BI RA KIN! – Biz Müzisyeniz, İçerik üreticisi değil. Will Page (Spotify Finans Direktörü)’in söylediği “artık müzisyen merkezli bir şirket değiliz çünkü finansal anlamda büyümek imkansız” beyanının saçmalığını kabul edin, Müzik yayınlayan bir şirketin bir numaralı önceliği sanatçı olmalı.

Kampanyayı şu ana kadar 16 binden fazla kişi imzaladı. Başarılı olur mu bilinmez ancak şu ana kadar Spotify karşısındaki en etkili kampanyalardan biri olma yolunda hızla ilerliyor. Justice At Spotify’a destek olmak ve kampanyayı imzalamak için şuradan gidebilirsiniz

1 Kasım 2020

En iyi 5 Synth VST [Bonus : 4 Mobil ve 5 Ücretsiz VST]

VST ve Synth dünyası, günümüzde bir prodüktörün içinde boğulmak üzere olduğu bir deniz. Prodüksiyon dünyasının 80 sonrası hızlı değişimi ve 2000’li yıllarla beraber tamamen dijitalleşen üretim dünyasında VST camiası her gün daha rekabetçi, yenilikçi ve takibi zor hale geldi.

Bu yazıda:

  • 10 Premium Synth
  • 4 Adet iOS Synth’i
  • ve 5 Adet Ücretsiz Synth’ten

bahsedeceğiz. Genel olarak Prodüksiyon forumları ve kanallarında karşıma çıkan VST’leri derleyip toplayarak yarattığım bu listeye dair tüm görüşlerinizi merakla bekliyorum

UVI Falcon 2

VST arayüzü

Devasa bir VST Workstation olan Falcon 2, bir çok anlamda selefinin yaptıklarını devam ettirirken üzerine bir çok yenilik ekliyor. Daft Punk-vari Riff’ler için Formant Crusher, Minimoog ve TB-303 filtreleri gibi. Arayüz açısından oldukça zor bir öğrenme sürecini geride bıraktıktan sonra Piyasada bulunan en iyi VST Workstation olduğu su götürmez olan Falcon 2 kendine has bir sound yaratma çabasındaki herkesin ilk tercihi olacak

u-He Hive 2

Hive 2

Basit arayüz, kontrol rahatlığı ve çeşitlilik. Almanya çıkışlı Hive 2 aslen bir Analog Replikası olarak başladığı yolda bir çok şeyi başarabilen çakı haline geldi. Crossfade modu ile ağır ve gergin sound tasarımlarının önünü açarken, Shape Sequencer ile de Ritmik kompleks desenler yaratmaya imkan sağlıyor

Vengeance-Sound VPS Avenger

Vengeance-Sound VPS Avenger – Thomann België

Avenger aynı anda 8 oscillator kullanımına izin veren, içinde bir Sampler, bir Drum Machine barındıran devasa bir Cephane. Dört LFO, Dört filtre, Dört Shaper, Sekiz Pitch komutu, Sekiz Step-Seq ve Sekiz Arp’ı kullanabiliyorsunuz desem? Peki aynı anda 30 efekt modulünü de beraber kullanabiliyor olsanız ? Avenger gerçek anlamda bir Canavar ve mutlaka denenmeyi hakediyor.

Xfer Records Serum

Xfer Records Serum

Kambersiz düğün olmaz. Çıktığı dönemden bu yana popülerliğini asla kaybetmeyen bir isim Serum, sebebi ise Anlaşılır arayüzü, gücü ve kalitesi. Bu dünyaya henüz adım atmış dostları bile üzmeyen Serum, “Sürükle & Bırak” Modulasyonlarıyla. 10 kadar Efekt modülüyle, Filtreleriyle hala gözü yükseklerde bir VST.

Native Instruments Massive X

Kendi başına bir çok Subgenre’nın babası sayılabilen ilk Massive’in ardından, 2019’la beraber yeni Massive’e, Massive X’e kavuştuk. Tam olarak bir “devam filmi” sayılmamasına karşın 9 adet yeni Filter modeli, gelişmiş ve daha “olgun” algoritmalar, eskiyi anımsatan ama modernleşen bir arayüz, Eskisinin alametifarikası olan Modülasyonlara güncel dokunuşlarla Massive hayranlarını tatmin etmeyi başaran bir yeni model.

Ücretsiz 5 Synth VST

VST 1 – DEXED

Dexed by Digital Suburban - FM Plugin VST3 Audio Unit

Yamaha DX7’nin Replikası olan Dexed, bir çok şeye imkan veren arayüzüne rağmen kullanıcı dostu arayüzü ile herkesi selamlıyor – İndirme Linki

VST 2 – OB-Xd

discoDSP Releases FREE OB-Xd 2.0 Virtual Synthesizer - Bedroom Producers  Blog

Bir dönem benim de oldukça haşır neşir olduğum OB-Xd, ücretli bir program olsa şaşırılmayacaklar sınıfından. Multimode Filter, dahili Chorus & Reverb, Delay gibi özellikleriyle hem Sample bazlı prodüksiyondan uzaklaşmak isteyenler, hem de elinin altında klasik soundları bulundurmak isteyenlere yönelik bir program – İndirme Linki

VST 3 – HELM

Helm by Matt Tytel - Plugins (VST, AU) | Splice

Kaliteli Modülasyon, güzel arayüz, eli yüzü düzgün efektler ve ücretsiz bir programdan beklenmeyecek bir StepSequencer. HELM’in mutlaka takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum – İndirme Linki

VST 4 – RACK

VCV Rack (Modular synth, Standalone, VCV Rack) • Audio Plugins for Free

Listedeki tüm üyelerden farklı olarak Açık Kaynak olan RACK, Modüler bir sistemle her ihtiyacını tek yerden görmek isteyenler için inanılmaz bir program. Açık Kaynak olması sayesinde 1500’den fazla Eklentiye sahip olan bu arkadaş, zorlu arayüzüne karşı gerçek anlamda şaşırtıcı şeylerin altından kalkabiliyor – İndirme Linki

VST 5 – CRYSTAL

Crystal by Green Oak - Semi-Modular Synth Plugin VST Audio Unit

Listedeki en eski isimlerden biri olan Crystal, ilk olarak 2000’lerin başında yayınlandı ancak hala kullanışlı olduğunu söylemek mümkün. Analog yetkinliği, FM Synth ve görsel desteğiyle şaşırtıcı bir derinliğe sahip. Eski arayüzü bir tık zorlayabilir sadece. – İndirme Linki

iOS Synthleri.

iOS’un, özellikle ipadOS dönüşümü ve iPad Pro serileriyle beraber çok daha hızlı şekilde kompleks applere (hatta programlara) sahip olması, araform bir bilgisayar haline gelmesiyle beraber iPad / iPhone üzerinde “prototip” hazırlayan bir çok Prodüktör var. Bu “App” / “VST”lere bir bakalım

SYNTHMASTERONE

KV331 Audio SynthMaster One iOS Review - A Powerful (Mobile) Friend

Bilgisayar versiyonu olan SynthMaster’ın ufak kardeşi olan Synthmasterone, PC versiyonuna oranla 32 yerine 16 polifonik ses ve 800 Preset yerine 500 Preset ile geliyor. Ancak yine de iOS üzerindeki en “komple” müzik prodüksiyon programlarından biri olduğunu söylemek gerekli.

NAVE

Nave by Waldorf - Synth (Wavetable) Plugin VST VST3 Audio Unit AAX

PC’den iOS’a geçmek yerine, iOS’tan PC’ye geçen bir isim NAVE, artık ufaktan yaşlansa da “önce iOS” tasarımından ötürü iPad üzerinde mutlaka denenmesi gerekenlerden biri.

MODEL D

The revolutionary Minimoog Model D synth is now available as an iOS app |  Engadget

PC dünyasında binlerce MOOG emülatörü olur da iOS’ta olmaz mı? Hem de MOOG’un bizzat kendisinden. Klasik Minimoog ambiyansını terketmeyen Model D, Mobil Müzik uygulamalarının ne kadar gelişebileceğinin en güzel örneği.

iWaveStation

Review: Korg iWavestation : Ask.Audio

Korg’un 1990 çıkışlı Wavestation’ını iOS’a getirmesi takdiri hakeden bir hareket, Arayüz olarak DAW hissi yaratan iWave, doğal olarak 90’lardakine oranla daha gelişmiş ses aralıkları sunabiliyor.

29 Ekim 2020

Beatmaker için OYUN DEĞİŞTİRME rehberi

Günümüz Türkiye sahnesinde, yeni gelen / isimsiz / kıyıda köşede kalmış bir çok beatmaker ne yazık ki doğru bağlantılara sahip olmamanın ve deyim yerindeyse yol yordam bilmemenin eksikliği ile oradan oraya savrulup duruyor. Bu rehberde;

  • Yabancı Youtuber’lara Müzik Dağıtmayı
  • Müzik Pazaryerlerini
  • Hedeflemeyi

Konuşarak, az da olsa yol gösterebileceğime inanıyorum

Beattape

Günümüzde özellikle TRAP sounda yakın isimlerin “unuttuğu” bu Beattape üretimi, bir katalog yaratıp yeteneklerinizi sergilemekteki bir numaralı araç olacak. Bandcamp ve Soundcloud üzerinden “Portföy” oluşturduktan sonra hem bu sitelerin algoritmaları, hem de kullandığınız etiketlerden az ama öz bir dinleyici kitlesi edinmeye başlamanız içten bile değil.

Bu yıl bu şekilde parlayan isimlerden biri Kaelin Ellis’ti, “MOMENT” beattape’i 2020 ikinci yarı itibariyle Bandcamp üzerinde en çok satın alınan albümlerden birisi

Beatmaker Pazaryerleri (ya da direkt Müzik Pazarları)

Bir çoğumuza “eskide kalmış” gibi görünse bile Pazaryerleri hala İsimsiz beatmakerlar için büyük avantaj. Hele “type beat” ekolünün yükselişiyle beraber tekrar atağa kalktıklarını söylemek mümkün

Güncel Beatpazarları

Peki BeatPazarları gerçekten işe yarıyor mu? Gelin küçük bir hesap yapalım.

  • Bir ayda, 10 Dolardan 5 Beat satışı gerçekleştirdiğinizde elinize 50 Dolar geçiyor. Bu da güncel kur ile 416 lira yapmakta.

Başlangıç için kendinize koyabileceğiniz, gerçekçi bir hedef olarak 5 Beat satışı, doğru anahtar kelimeler ve hedefleme ile hiç zor değil.

Bu noktada, Youtube’a yükleyerek İzlenme kazanmak, elden satış yapmak önerilebilir. Ancak Tanınmamış bir beatmaker olarak saatte yüzbinlerce dakika yükleme yapılan, binlerce yeni video yüklenen bir sitede yarışa oldukça geriden başlayacaksınız, enerjinizi daha efektif kullanmanızda fayda var.

Beatmaker için Beat / Remix Kanalları

Youtube’da sıfırdan var olamıyorsunuz diye hiç olmamanın bir manası yok, İsminizi duyurmak ve belli bir ölçüde geri dönüş almak için Beat yayınlayan, Remix yayınlayan kanalları kullanabilirsiniz.

Bunlar benim bildiğim “dışarıdan” gönderi kabul eden sayfalar. Siz kendi bildiklerinizi Instagram / Twitter üzerinden sorarak kabul edip etmediklerine dair bilgi sahibi olabilirsiniz. Ya da Youtube kanallarındaki “Hakkında” kısmından Mail adreslerine ulaşabilirsiniz.

Araştırma yapın / Analiz edin

Kendi soundunuzu bulma çabası içerisindeyken aşağılardan gelmeye başlayan yeni janrlara açık olun. Örneğin günümüzde Lo-Fi / Chill Soundlara artan talep sivrilmeniz / kendinizi göstermeniz için çok büyük bir fırsat, bu talep ile beraber daha fazla kanal daha fazla yeni prodüktör arıyor. İki / Üç janr arasında geçişken üretimler yapmak hem Pazaryerlerinde satış hem de Sanal dünyada isim duyurmak için oldukça avantajlı

Müziğinizi Youtuber’lara Ulaştırın!

Özellikle VLOG ağırlıklı kanalların bol bol LoFi / Chill işler kullandığını farketmişsinizdir. Bu müzikler artık “Youtube Audio Library” (Youtube’un sunduğu bir ücretsiz müzik kütüphanesi) dışında platformlar üzerinden de edinilebiliyor

Bunların en popüleri ise Thematic.

Thematic üzerinden yollanan şarkılar bir onay sürecinden geçtikten sonra kütüphanesi üzerinde yerini alıyor, Youtuber’lar tarafından kullanılmaya hazır oluyor.

Bu sayede maddi bir gelir kapısı oluşmasa dahi isminizi duyurma adına oldukça büyük imkanlara sahip olabilirsiniz.

Cloud Klasörü oluşturun

Google Drive / Mega / Yandex gibi Bulut Sürücülerde farklı tarz / BPM’lere sahip parçalarınızı bulundurarak herkese açık hale getirdikten sonra elinizde güzel bir Portföy var demektir, bu gerektiği zaman / karşınıza imkan çıktıında hızlıca demo yollayabilmenizi sağlayacaktır. Bu sayede birden fazla kişiye hızlıca işlerinizi dinletebilir bu yavaş ilerleyen süreci hızlandırabilirsiniz.

Disiplin

Son başlığa en önemlisini sakladım. İsimsiz bir prodüktör / Beatmaker olarak bir numaralı sahip olmanız gereken şey Disiplin. Zira bir çok defa görmezden gelinecek, ciddiye alınmayacaksınız. Ancak disiplinli bir şekilde üretmek ve bu yollama işlemlerini devam ettirmek zorundasınız. BeatPazarlarına düzenli yüklemeler, Kanallara düzenli mailler ve Thematic koleksiyonunuzu genişleterek ilerlediğiniz takdirde işlerinizin karşılığını alabileceğinize inanıyorum.

10 Ekim 2020

İNCELEME: 2Pac - All Eyez on Me

“Pitchfork Çevirileri” – İlk aşamada “Klasik” Diskografilerin Pitchfork sitesi üzerindeki incelemelerini Türkçe’ye kazandırarak bir Referans noktası sağlamayı amaçlar. 2Pac All Eyez on Me – Puan : 9.4

İnceleme Tarihi: 2018

Tupac’ın 1996 tarihli çifte albümü bir cinnet içinde yapılmıştı. Albümün kendisi paranoyak ve arsız, eğlenceli ve korkusuz, fakat Pac’ın en iyi işlerinden birinin yüzeyinde bitmemiş olmasını engelleyen asıl şey yine kendisinin fevkalade bireysel performansı.

Manhattan’ın yaklaşık 480 kilometre kuzeyinde maksimum güvenlikli bir hapis olan Clinton Cezaevi bulunuyor ve bu cezaevi 1995’te en ünlü mahkumunu ağırladı: Tupac Amaru Shakur. Kendisi önceki yılın güz mevsiminden kalma bir cinsel taciz davası yüzünden bir buçuk yıldan dört buçuk yıla kadar hapis cezasına çarptırılmıştı. Hapsedilmenin kendisi ile doğal olarak gelen psikolojik işkencenin üstüne üstlük Pac, uyuma sıkıntısı da çekiyordu. Geçmi yılın Kasım ayında- jüri onu suçlu bulmadan önceki gece- kendisi Manhattan’daki bir kayıt stüdyosunun lobisinde vurulmuştu. Daha sonra “Baş ağrılarım var” diyecekti. “Çığlık atarak uyanıyorum. Beni halen vurduklarını düşünerek kabuslar görüyorum.”

2Pac

Fakat hapsin dışındaki dünyada, bir süperstara dönüşüyordu. 95 Martında Interscope, Pac’ın üçüncü albümü Me Against The World’ü yayınladı. [Me Against The World] akılda kalıcı bir albüm, dönüşümlü olarak dokunaklı ve kaderci. New York şehrinin altın çağına dair ipe sapa gelmez tecrübeleri ile dolu; Pac’ın intihar üzerine kafa yorduğu ve keleşi ile pencerenin kenarına oturduğu bir albüm. Albüm çıkar çıkmaz listelerde 1 numaraya yerleşti.

Aynı zamanda albüm 2Pac’ın ilk Top 10 hiti olan, oldukça yüce “Dear Mama”ya sahipti ve parçada Pac “annesini hapis hücresindeyken kucaklamaktan” bahsediyordu. Bu dizenin ne anlama geldiğini çok az anne Afeni Shakur’dan iyi bilebilirdi, şayet kendisi 1971’de New York büyük jürisinin suçlu bulduğu 21 Kara Panter Partisi üyesinden biriydi. Söz konusu 21 üye iki polis karakolunu ve Queens Eğitim Kurulu ofisini bombalama, sonrasında da bombalamadan kaçacak polis memurlarını vurma konusunda komplo kurmaktan suçlanıyordu. Panterler eninde sonunda- o zamanda New York eyaletinin en pahalı davası olan davada- 156 iddianın hepsinden beraat etmişti. Bir ay sonra, Afeni Shakur oğluna hayat verdi. Doğu Harlem’de büyüyen oğlunun etrafı radikallerle( Panterler, Siyah Özgürlük Ordusu) çevriliydi, Assata Shakur da yakın bir aile dostuydu. Üvey babası, Mutulu Shakur, FBI’ın En Çok Aranan 10 Kişi listesindeydi 80’lerin çoğunda bir firariydi: FBI ajanları okuldayken Tupac’a yaklaşır ve ağzından laf almak için ona musallat olurlardı.

“Dear Mama” ve Me Against The World’ün geri kalanı bir dönüm noktasında yazılmış ve kaydedilmişti. “I Get Around” ile “Keep Ya Head Up” altın plak sertifikası almış kayıtlardı, ve Juice ile Poetic Justice gibi filmlerdeki oyunculuk rolleri ortaya karmaşık, insanı kendine çeken bir aktörü ortaya çıkarmış. Fakat yasal faturalar katlanarak artmaya başlıyordu. Michigan State konserinde çıkan kavgadaki rolü nedeniyle 30 gün hapis cezası yemişti; kendisini Menace II Society filminin setinden kovan yönetmen Allen Hughes’u dövdüğü için de içeride 15 gün yatmıştı. Sonrasında, tabi ki de, onu Clinton’a gönderen cinsel taciz davası vardı. Temyiz planları yapıyordu fakat kefaleti için gereken 1.4 milyon doları bir araya denk getirememişti. Yayın hakları gelirleri yeterince hızlı birikmiyordu, Panterler de ortalıkta yoldu. Böylelikle o da baş ağrıları ve kabusları ile öylece ortada kaldı.

2Pac ve Suge Knight

Bu noktada devreye giren: Suge Knight, Death Row plak şirketinin azametli kurucu ortağı. 1995 civarında, Death Row tam piyasa deviydi, Suge kendi gücüyle toplantı odalarına girmiş, Dr. Dre ve Snoop Dogg’u süperstara çevirmiş, rap tarihinin tartışmalı olarak en çok konuşulan podyum konuşmalarından birini yaparak Source Awards töreninde Puff [Daddy] ile dalga geçmişti. Suge’un o sıralarda Batı Yakası sahnesi üzerindeki hakimiyeti yavaştan gevşemeye başlamıştı ( Snoop sürekli yasal problemlerle boğuşuyordu, Suge da muhtemel olarak Dre’nin şirketten ayrılmak istediğini sezmeye başlamıştı) fakat o anın kapsamında şüphe götürmezdi. Müzik piyasasındaki herhangi birinin gözlerine kazınmış yegane görüntü; kan kırmızısı ile kaplı, yanmamış sigarayı ezen, çatık kaşlı, pop yıldızlarını bileklerinden tutup otel balkonlarında sallayan Suge Knight’a aitti.

Suge’un Pac’ın kefaleti için ayarladığı iş görüşmesinin detayları tam olarak belirli değil. Geçen sene yayına giren HBO belgeseli The Defiant Ones’ta aktarılana göre, iki büyük şirkette çalışanlar Atlantic ve Interscope Pac’ın Death Row’a geçişini, Time Warner’ın gangster rap hakkındaki gerginliğini yatıştırmak için bir yol olarak finanse edip planladığını anlatıyor. Her neyse, kefalet ödendi, ve Pac da Death Row ile üç albümlük bir kontrata bağlandı. Bu hem Pac’ın hayatını, hem Suge’un hayatını, hem de rap tarihinin gidişatını geri dönülemez biçimde değiştirecek bir ilişkinin başıydı.

2Pac All Eyez on Me Başlangıçlar

Bu ilişki ayrıca 2Pac All Eyez On Me albümünün de çıkış noktasıydı: gelmiş geçmiş en öfkeli , paranoyak, muazzam albümlerden birinin. Pac’ın Clinton’dakaldığı sürede içini kaplayan öfke Suge, kendisine yapılan suikast girişimi, basın ve düşmanları tarafından alevlenmişti. Pac’ın eski işleri, kanundan, polisten veya ölümden kaçanların tecrübelerini anlatmaya odaklıyken, bunların hepsi şimdi bizzat kendi ağzından aktarılıyordu. 12 Ekim 1995’te Pac hapisten çıktı. Los Angeles’a uçtu ve derhal kayıt almaya başladı. Özgür olduğu ilk gecede “I Ain’t Mad at Cha” isminde, hapsedilmişken İslam’ı bulan, ve aralarında açılan mesafeyi acı ve gurur karışımıyla satırlara döken ağıt niteliğinde bir şarkı çıkardı. Fakat aynı ele avuca sığmaz kayıt seansından bir şarkı daha çıktı, sonrasında albümü açmasına karar verilecek tekinsiz bir parça. Pac bir fısıltıyla başlıyor şarkıya: “Benimle uğraşmak istemezsiniz.*” ((Ambitionz Az A Ridah’nın klasikleşmiş başlangıç dizesi. Tam hali şudur : “I won’t deny it, I’m a straight ridah/You don’t wanna fuck with me”))

Gücünün zirvesindeyken Death Row, Tarzana Kaliforniya’daki bir kompleks olan Can-Am Stüdyolarında işlerini yürütüyordu. Suge’un gözünün görebildiği her yer kırmızıydı: Duvarlar, koltuklar, sandalyeler. Yerde kırmızı bir halı vardı ve halının üzerindeki Death Row logosu beyaz hatlarıyla halıdan sıyrılıyordu. Anlaşılan oydu ki kimse logonun üzerine basamazdı, bu durum Knight’ın Division I futbol klasmanında uç çizgi savunmacısı iken kafasına yerleşmiş bir batıl inançtan kaynaklanıyordu.

2Pac Kalifoniya’da

Kaliforniya’ya ayak bastığı andan itibaren, Tupac inanılmaz bir tempoda şarkı yazdı ve kaydetti. Bu süreçte onunla birlikte çalışmış bazı sanatçılar, Nate Dogg örneğin, sonraları bu temponun Pac2ın kontrat yükümlülüklerini çabucak tamamlayıp Death Row’u bırakmak istemesiyle ilgili olduğuna dair tahminlerde bulundu. Bir başka olasılık da basitçe kendisinin zamanının azaldığını ve ona karşı işlediğini düşünmesi. 1996’da, kadercilik neredeyse Pac’ın tüm yazılı eserlerine sinmeye başlamıştı, kendisi aynı zamanda kefaletinin bitmek üzere olduğunu, hapse geri dönmesinin muhtemel olduğunu fark etmişti.

Nate Doog ve gibilerinin Pac hakkında iddialarının doğru olup olmamaları fark etmeksizin, Pac’ın para ve sanat arasında izini sürdüğü neredeyse antik bir ilişki var. Bahsettiğimiz kişi ağzına lokma koyabilmek için paraya ihtiyaç duyan, geçici özgürlüğü ona sanatı karşılığında verilmiş bir süperstar. “Can’t C Me” parçasında “Bu rap yapma işi bana getirecekse para, o zaman rap yaparım param ödenene kadar” dediğinde, bu tipik rapçi-şirket ilişkisini bir nebze çarpıtıyor, ve Suge de göze özellikle acımasız bir Medici** olarak görünüyor. ((Medici ailesi 14. ve 17. yüzyıllar arasında Floransa’da yaşamış güçlü ve etkin bir ailedir. Aile üç papa (X. Leo, VII. Clement, XI. Leo), çok sayıda Floransa hükümdarı ve daha sonra Fransa kraliyet mensupları yetiştirmiş, ayrıca İtalyan Rönesansı’nı etkilemiştir.))

Sebebi her ne olursa olsun, Pac durmak bilmeden çalışıyordu, ve işbirlikçilerinden de benzer bir çabayı talep ediyordu. Misafir rapçilere kendi bölümlerini yazmaları için izin verdikten sadece dakikalar sonra onları bitirmeleri için meydan okuyordu- eğer bir şey bitirememiş veya ilk denemede tam isabet ettirememişlerse şarkıdan kesiliyorlardı. Bu kaderden kaçmayı başaran tek sanatçı, “2 of Amerikaz Most Wanted” parçasındaki kısmını kusursuzlaştırmadan stüdyodan sıvışan Snoop Dogg oldu.

Bütün bu olanlar All Eyez On Me’ye öfkeli bir fırtına hissiyatı verdi. Prince’in “Darling Nikki” parçasındaki kekelemesi ile açılan şarkı “Heartz of Men” örneğin, tamamı ile nefessiz kalmamakla ilgili: açılıştaki ad-liblerden (“ Ey Suge, sana ne demiştim zenci- ne yapacaktım hapisten çıkar çıkmaz? Bu heriflerin göğüslerini delecektim değil mi?) doruk noktası olan “Polislere söyleyin de gelip beni alsınlar” dizesine kadar, şarkıda neredeyse bir tane bile duraklama yok, bariz olarak bir tereddüt de yok.

Pac’ın bir söz yazarı olarak en güçlü özelliği duyguları yalıtabilmesiydi: onları kendi içinde tanımlayıp dinleyicilere hissettirebilmesi, sonra da aktardığı karakterlere yükleyebilmesi- o karakter isterse karikatürize edilmiş bir Biggie veya hayal ürünü bir Brenda olsun fark etmezdi. Kendisi sonsuz şekilde karmaşık bir birey olmasına rağmen, Pac çoğu zaman tek bir içgüdüsüne odaklanıp onu hayalperest aşırılıklara sürüklemeyi seviyordu- asla onu inanılırlıktan uzak kılacak dereceye kadar götürmüyordu, fakat kendini garantiye almak veya belli başlı nitelendiricilere tutunmak da pek ilgisini çekmiyordu. All Eyez’da bu içgüdü; yöntemi, temposu ve kaydı ile birleşince simyasal bir korku, kadar ve aykırılık karışımı ortaya çıktı.

Kayıt seansları dışında kendisi adeta bir hepçildi, kendi gençliği olsun dış çevresi olsun her türlü melodi ve altyapıyı “yiyordu”, Can-Am stüdyosuna giren çıkan herkesin söz dizimleri ve yazarlığından bir şeyler ödünç alıyor, işbirlikçilerinin en acı dolu yaşam öykülerini süzerek 30 saniyelik küçük rollere sokuyordu. Örneğin Outlawz grubundan Napoleon’dan aldığı verim buydu;“Tradin War Stories” de 10 barlık, 3 yaşında ebeveynlerinin gözünün önünde öldürüldüğüne dair bir kısım. “Got My Mind Made Up” pek ala bir başka Wu Tang şarkısı olarak da çıkabilirdi. Albümün E-40, C-Bo ve Richie Rich gibi misafir sanatçılarla dolu ikinci diski pratikte Bay Area hip hop sahnesine bir aşk mektubu niteliğinde: bir tarafta Pac’ın yükseldiği çağın özbilinçli politik geleneğine bağlı, ama aynı zamanda Vallejo’dan çıkan böbürlenişçi, eksantrik işler.

Bu tarz yayılımcı ve tutkulu, ayrı parçalardan oluşan bir albümü bir araya toplamaya yardımcı olan iki faktör var. İlki albümün muhteşem post-prodüksiyonu ve mix işlemlerinden geliyor. Albümdeki 27 altyapının 16’sında Daz veya Johnny “J” kredisi var, ki ikisi de kariyer tanımlayıcı performanslar sergiliyorlar. Fakat All Eyez On Me en çok DJ Quikten, sözleşmesi yüzünden gerçek adı David Blake ile çalışmak zorunda olan prodüktörden yararlanıyor. Resmiyette albümdeki tek Quik altyapısı “Heartz of Men”, fakat Compton efsanesi DJ albümün genelinde oldukça fazla miktarda mix-remix işleminde bulundu. Albümdeki melodiler ne kadar çeşitli olsalar da yapı olarak birlik içindeler, “Life Goes On” gibi ağıtlar ile “Check Out Time” gibi daha eğlenceli parçalar da ön planda aynı dokuyu paylaşıyorlar.

2Pac ve Dr.Dre – Above the Rim (Uçurumun Kenarında) Film Albümünün galasında. 1994

Pac’ın Dre ile ilişkisi asla Suge’un umut ettiği gibi gelişmedi. Dre “California Love”ın sadece kendisinin bulunduğu bir versiyonunu tekli olarak sunmayı düşünüyordu, fakat Suge’un hükmü her Death Row üyesinin en iyi işlerinin Pac’ın albümü için yamyamlığa kurban gitmesi yönündeydi ve bu fikir masaya bile yatırılamadan ihtimalini yitirdi. Bu da All Eyez On Me’yi öncül teklisinin sadece tamamı ile farklı bir beate sahip bir remix olması gibi garip bir duruma düşürdü. Dre’nin albüme diğer katkısı, George Clinton’ın yardımıyla ikinci diski açan şarkı “Can’t C Me” albümün en parlak noktalarından olsa da, aralarındaki müzikal uyum kişisel bağlarını oldukça geride bıraktı.

Bütün bu ayrı parçaları birleştiren diğer faktör ise Pac’ın gittikçe özgün rap yapma stili. 1993’ün sivri dilli, tarzını Public Enemy’e borçlu Strictly 4 My N.I.G.G.A.Z albümünden beri, kendisi oldukça isabetli şekilde neyin kendisinin işine yaradığını bilir hale gelmişti. Fakat söz konusu All Eyes’da, formülünün tamamlayıcı parçaları- ses, ritim, enerji, miksaj- güçlü, ulaşılabilir ama aynı zamanda taklit edilemez bir tarza dönüşecek şekilde birbirleriyle kaynaşıyor. Örnek vermek gerekirse “2 of Amerikaz Most Wanted” a geri dönün ve Snoop ile Pac arasındaki karşılıklı kısımlara bakın: bir tanesi altyapıda ipek gibi kayıyorken diğeri tırnaklarla kazıyor dikkat edin. Tupac’ın teknik anlamda sıradan bir rapçi olduğuna dair ortaya çıkan 21. yüzyıldaki görüş saçmalık; [Pac’ın] en basit yaklaşımlarının bazıları aynı zamanda olağanüstü güçlü performans gerektirenleri. Şarkıda gerilim yükseltmede ve herhangi birinin ağzından çıksa kulağa dümdüz gelecek kelimelere bütünlük ve boyut katmada bir ustaydı Tupac.

Tarz ve kimlik anlamındaki bu belirginlik All Eyez’ın gaddarlık ve neşelilik arasında asla yönünü ve odağını kaybetmeden dönüp dolaşabilmesini sağlıyor.Böylelikle “All About U”nun sonunda bornoz giymiş bir Snoop kanal değiştirirken ve 1 Milyon Adam Yürüyüşünü ((Ekim 16 1995’te düzenlenen, Nation Of Islam lideri Louis Farrakhan’ın önderlik ettiği politik gösteri. Afrikan Amerikan hakları ve değerleri için yapılmış bir gösteriydi ve 400 bin ile 1.1 milyon arasında protestocuya ev sahipliği yaparak Amerikan tarihinin en büyük toplanmalarından biri oldu.)) Montell Jordan videoları** ((Montell Jordan eğlenceli ve enerjik klipleriyle birlikte soul müzik ve erken dönem r&b yi stiline katmış bir hip hop sanatçısıydı. 1 Milyon Adam Yürüyüşüyle karşılaştırılması Pac’ın bir yandan politik ve bilinçli karakterini ortaya koyarken öte yanda eğlencesi ve enerjisine dikkat çekmesi adına yapılmış. Paragrafta da gaddarlık ve neşelilik arasındaki odaklı dengeden bahsedildiği için bu karşılaştırma isabetli olmuş.)) ile karşılaştırırken; 5 şarkı sonra Pac “No More Pain” ile dinleyici boş bir hipnoza sokabiliyor. Orta şekerli “Thug Passion” rahatlıkla sade “Picture Me Rollin”e geçebiliyor, keza “I Ain’t Mad At Cha” da anlaşılmaz derecede müstehcen “What’z Ya Phone #”a.

All Eyez On Me de en az Tupac’ın daha dışadönük terimlerle ulusal siyaset ile uğraştığı ilk iki albümü kadar politik. Pac’ın söz yazımı doğal ve kaçınılmaz şekilde politik; ve de hapis, ırk, ve Amerika ile ilgili düşünceleri albümde rap yaptığı her yere süzülüyor. Video modellerle ilgili bir şarkıda araya “Hayat siyahi bir ünlü için cehennem” gibi bir cümleyi sıkıştırabiliyor. K-Cİ& JoJo işbirliğindeki neşeli ve gevşek tekli “How Do U Want It” içinde şarkı ortasında alakasızca Bill Clinton, Bob Dole ve C. Delores Tucker’ın bahsini geçiriyor. 1996’da Tupac için, cinsellik kaçınılmaz şekilde politika ve özgürlük ile bağlantılı bir kavramdı.

Pac’ı Clinton Cezaevine sürükleyen cinsel taciz davası oldukça yoğun şekilde belgelendi. Kasım 1993’te, Tupac ve birkaç hemcinsi bir New York otelinde bir kadına cinsel tacizde bulundu. Bir yıl sonra o ve tur menejeri birinci dereceden cinsel tacizle suçlandı. Tupac, 18 ay sonra şartlı tahliye olasılığıyla 1.5 yıl ile 4.5 yıl arası hapse çarptırıldı. Dava boyunca Pac inatla masumiyetini savundu. Dava, Me Against The World’ün altmetninin çoğunu oluştursa da Pac sadece kısa süreli anlarda doğrudan bu konuya değiniyordu (“Kime tacizci diyorsun sen?”). All Eyez On Me ile ilgili ilginç durumsa Tupac’ın oldukça hevesle cinsel ilişkiye girmekten bahsetmesi. İlk üç şarkının ikisi seksle ilgili, beşinci şarkı “How Do U Want It”, sonrasında “Phone #” var ki şarkının ardındaki düşünce “bakın burada baya bir telefon seksi var”dan ibaret. Duyarsızca ve aykırı bir tutum ve suçlamalara inanan insanlara yem atmaya, bir inancı yoktan var etmeye çalışıyor.

Bunların hepsi [Pac’ın] korkularının ve kişisel çatışmalarının bir parçası. “How Do U Want It” albümün üçüncü teklisi olarak sürüldüğünde, B-yüzlerinden biri, anti Bad Boy hitabı “Hit Em Up” 90’ların muhtemelen en ünlü diss parçası oldu. Manhattan’daki Quad Stüdyolarındaki vurulmasının ardından Pac eski arkadaşı Biggie’nin onu öldürmek için yapılan planlara dahil olduğuna ikna olmuştu. Böylelikle elimizde kalan şey Pac’ın bir All Eyez parçasında ağzını açıp gözünü yumması, rakipleri ile dalga geçmesi, Biggie’nin eşi Faith Evans’ın vokallerini kullanabilmek için telif almaya çalışması oldu. Fakat aynı albümde “Holla At Me” gibi şarkılarda göğüs parçalayan bir korkunun ona çökmesi de duyulabiliyor.

Ağustos 1996’da, suikastından sadece iki hafta önce, Pac aktörlük yapacağı son film olan Gang Related için bir basın toplantısı düzenliyordu. Birisi ona adının anlamını sordu. Pac da Tupac Amaru II isminde, İspanyol sömürgecilere ve yerlilerin sömürülmesini amaçlayan ekonomik köle ticaretine karşı 1780 yılında bir ayaklanmaya öncülük eden birinden bahsetti. Yüzyıllar boyunca, bu ayaklanma Latin Amerikada bağımsızlık savaşı veren veya haklarını gözeten kesimlerce mitleştirilmişti; kendi zamanında ise Amaru isyankarlar üzerindeki kontrolünün sarsıldığına dair iddialarla uğraşıyor, şiddet ve zalimce yağmaların adını nasıl kirlettiğini ve kendisine verilen desteğin nasıl bittiğine tanıklık ediyordu.

Sonuç olarak, iki memuru ona ihanet etti ve esaret altına alındı. Eşi, oğlu ve diğer akrabalarının ölümünü izleme cezasına çarptırıldıktan sonra şehir meydanına götürüldü. Dili kesildi ve kafası bir kazığa oturtularak gösterime sunuldu. Pac bunu anlatmıştı- devrim, ihanet, idam. Sonra kendini topladı. “İnsanlar bana adımın ne anlama geldiğini soruyor ve ben onlara Tupac Amaru’yu anlatmıyorum. Sadece adımın ‘kararlı’ anlamına geldiğini söylüyorum, çünkü bir daha asla, asla pazarlık etmemeye kararlıyım.”

2Pac All Eyez On Me de benzer bir şekilde taviz vermekten uzaktı- Tupac’ın beyninde olup bitenin genç yaşamındaki en asap bozucu dönemlerden birinde teferruatlı bir gözlemiydi. Tupac’ı en zaaflı ve provokatif anında mercek altına alan bir albüm. Envai çeşit stili neredeyse imkansız bir yüksek yetenek seviyesinde gösteriyor ve asla önceden çalışılmış gibi hissettirmiyor. Bir zorunluluktan ortaya çıkmış yaratıcı bir çalışma olabilecekken (belki de gerçekten öyleydi) All Eyez On Me, kendi jenerasyonunun tanımlayıcı seslerinden birinin damardan kan alan, hatırda kalıcı final belgesi haline dönüşüyor.

Fakat yine de bütün bu çılgınlık ve öfkeye rağmen, Tupac’ın düşmanlarından- gerçek veya hayal ürünü olduğu fark etmeksizin- aldığı en iyi intikam, en sakin ve kontrollü olduğu zamanda geliyor. All Eyez On Me’nin ikinci diskinin arkasına sıkışmış “Picture Me Rollin”, mecazi anlamda fırtınanın gözü. Pac şarkıyı hükümet tarafından izlenmek ve sinirlerinin yıpranmasından bahsederek açıyor, sonra sahneyi birkaç dakikalığına CPO ve Big Syke’a devrediyor. Geri döndüğündeyse bu sefer kendinden memnun, neredeyse sakin hatta uyuşmuş bir monolog için dönüyor. Clinton Cezaevine uzaktan el sallıyor- pislik polise dudak büküyor. Davasına bakan Bölge Başsavcısı “o kaltak” oluyor. Bilmek istiyor Pac: Beni görebiliyor musunuz? Beni oradan görebiliyor musunuz? Fakat son kelimeleri hayali nitelik kazanıyor. Pac kesinlikle hala parmağının altında olmayı* ((İngilizce bir deyim. Anlamı başkasının otoritesi ve himayesi altında bulunmak demek)) dilediği gardiyanlara sesleniyor şunu söylediğinde: “Beni ne zaman tekrar görmek isterseniz, bu şarkıyı baştan döndürün. Beni arabamla turlarken betimleyin.”


2018’de Paul A. Thompson tarafından yazılan orijinal inceleme

28 Eylül 2020

Berlin’den Sesler | Alman Rapinin Kökenine bir Bakış. (4)

Önceki bölümleri okumayanlar için Birinci Bölüm / İkinci Bölüm / Üçüncü Bölüm

Gangsta rap’in yaklaşık on yıl süren hakimiyetinden sonra, Jan Delay, Max Herre ve Samy Deluxe gibi erken dönem rapçiler ulusal müzik sahnesinde başarılı bir dönüş yaptılar. Örneğin Samy Deluxe, şarkı sözlerinde ticari rap’in katılımcı gücü ve sosyal kullanışlılığını olumsuz etkilemesini eleştirdi. 2011’deki geri dönüş albümü SchwarzWeiß’ta (SiyahBeyaz) şu sözleri kullanmıştı:

Aber ich komme nicht klar aufdiese ganzen Rapper,

die scheinbar nix wissen über diese Kunstform.

Unddeshalb muss ich die Massen vonNeuem bekehren,

und so das Verständnis für unsereKunst form’.

(Bu sanat türüne ait hiçbir şey bilmeyen,

bu rapçileri taklit edemem.

Ve bu yüzden yeni kitleleri ikna etmem gerekiyor,

Böylece gurur duydukları sanatı oluşturabilirler.)

Almanca kelimelerin ve sözdiziminin anlamının belirsizliği ile oynarken, bu alıntı gangsta rap’in Almanya’nın rap anlayışı üzerindeki etkisini ortaya koyuyor. Popüler Alman rap’in gangsta rap’te ibaret olarak görüldüğü genel düşüncenin aksine, Samy Deluxe şarkı sözlerinde şiirsel hissiyatını canının istediği gibi açığa çıkartıyor. Kelime seçimleri ve söz dizimi, gangsta rap anlatısından daha karışıktır ve hatta ‘Kunstform’ ile ‘Kunst form(en)’ kelimelerini kafiyeleyerek eşseli kelimeler ike oynayarak rap’e özgü bir retorik oluşturuyor. 

Samy Deluxe Almanca’da yaptığı karışık kafiye yapısını ‘Hände hoch’ (Eller Yukarı) isimli şarkısında gösterir: ‘Hör,wie elegant ich diese Sprache hier spreche, /als ob ich diese dunkle Hautfarbe nicht hätte’ (Dinleyin, nasıl da şık bir şekilde dili konuşuyorum/ sanki ten rengim siyah değilmiş gibi.) Böylelikle dil kullanımını şık olarak nitelendirirken, Samy Deluxe ayrıca yabancı azınlığın sözde zayıf Almanca kabiliyetini ve ayrıştırılmasına değiniyor. 

Geri dönüş albümünün adında da olduğu gibi, albüm boyunca Sammy Deluxe’ün ana motivasyon kaynağı, Sudan kökenli babası ve Alman annesinden miras kalan siyah derisi ve kültürel mirası tekrar hih-hop’ın siyasal yüzünün ön plana çıkmasında katkı sağlamıştır. Aynı isimli ‘SchwarzWeiß’ şarkısında, dinleyicilerine şöyle seslenmiştir: ‘Wär’ ab morgen in Deutschland hier plötzlich Apartheid, ratet mal würde ich dann weiß oder schwarz sein?’ (Eğer yarın bir anda Almanya’ya Apertheid ((Apartheid: Güney Afrika’da 1948 – 1994 yılları arasında siyahi düşmanı ırkçı yaklaşım)) gelirse, hem siyah hem de beyaz biri olarak nereye gideceğimi tahmin edin?) Böylece Samy Deluxe, gangsta rap anlatılarının aksine, ırkçılığın sosyal ayrışmaya yol açan sorunlarına değinmiştir. Aynı zamanda Advanced Chemistry gibi, rap’i toplumdaki ırksal sorunlara değinmek ve Afro-Alman zorluklarıyla mücadele etmek için güçlü bir araç olarak kullanmıştır:

“çok kültürlülük üzerine yapılan tartışmalar genelde kültürler arasındaki uyum ve çatışma derecelerini belirlemekle meşgul. Bu bakış açısının gizlediği şey, gruplar arasındaki geçirgen sınırlar, yaygın kimlik kavramları, grupların üyeleri arasındaki yersiz yurtsuzlaştırılmış bağlar, küreselleşen iletişim kalıpları ve melez kültürel dönüşüm sürecidir.” (( Nikos Papastergiadis, TheTurbulence of Migration:Globalization, Deterritorialization and Hybridity (Cambridge: Polity,2000), s. 105.))

Burada çok kültürlülük Afrika kültürü ile Alman kültürünün birleşimi ile ifade edilirken, ayrıca Alman rap’indeki kültürel çatışmalara de değinilmektedir. Ülke içindeki bu çatışmalar Doğu Almanya ve Batı Almanya kültürleri bağlamında başlamıştır.

Putnam ve Schicker’ın değindiği gibi, Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın birleşmesi ile beraber Doğu Almanya’daki rapçilerin kendilerini yeni ve daha geniş bir ulusal hip-hop sahnesinde yeniden ifade etmeleri gerekti ((Putnam ve Schicker, ‘Straight outta Marzahn’, s. 89)) . Yine de, Putnam ve Schicker’e göre Berlin Duvarı’nın yıkılması sadece hip-hop sanatçılarını etkilemekle kalmayıp geri kalan Alman vatandaşlarını da etkilediğini söylüyor: “Doğu Almanlar 1990’dan beri ülkenin birleşmesi ile beraber kendilerini tam vatandaş olarak görmüyorlar, görünen o ki Batı Almanlar’ın gözünde de durum aynı.

Hip-hop uzmanı Inez Templeton’a verdiği bir röportajında Doğu Alman rapçi Joe Rilla durumu şöyle açıklıyor: “Die Wende (Almanya’nın birleşmesi) on üç yıl önceydi fakat hala sokakta “Batı Berlin daha büyük” ya da “Batı Berlin iğreç” diye dolaşan insanlar var.” ((Joe Rilla içinde Inez H.Templeton, What’s so German about It? Cultural Identity in the Berlin Hip Hop Scene (Stirling: University of Stirling, 2006), s. 167. )) Gerçekten özellikle Berlin’de, bölünme tek bir şehirde yoğunlaştığı için, kültürel bölünmeyle ilgili tartışmalara davet ediliyorsunuz gibi görünüyor. Putnam ve Schicker’ın Doğu Alman rapçiler Joe Rilla ve Dissziplin’in farklı şarkılarından “Doğu Almanlar’ın tembel olduğu ve çalışmak yerine hükümetin para yardımını kabul ettikleri yönündeki olumsuzlukları hedef aldıkları” ((Putnam ve Schicker, ‘Straight outta Marzahn’, s. 94.)) hakkında rap yapmalarını şöyle analiz ediyorlar:

“ Birleşme ile beraber Doğu Almanlar’ın yitirdiklerine inandıkları seslerini gere vermek ve çağdaş Doğu Almanlar’ın bugün kültürel, ekonomik ve politik sektörde yaşadıkları zorlukları duyurmak istediler.”

Doğu veBatı Berlin hip-hop sahnesi hakkındaki sosyo-politik eleştirilerin yanı sıra, Berlin’de yaşayan diğer Doğu Alman rapçiler, günlük yaşamda kökleşmiş daha sıradan konular hakkında hikayeler anlatmayı ve düşüncelerini paylaşmayı seçtiler. Örneğin, Marteria, Alman rap’inin geçirdiği bu evrimden iyi yararlandı ve 2010’dan beri iyi bir ticari başarıya ulaştı. Tarzı, funky ritimlerin üstüne neşeli, esprili kafiye kalıplarına sarılmış sosyal eleştiri getirmesi ile tanımlanıyor. Böyle yaparak da, örneğin 2010’daki “Endboss” şarkısında, Doğu Alman çocukluğunun sorunlarını inkar etmiyor -‘Aufgewachsen in der DDR […] Bin ein Kind, was seinen Papa kaum sieht’ (Doğu Almanya’da babasını zar zor gören bir çocuk olarak büyüdüm […]) – ayrıca nesiller arasındaki büyük değişime de değiniyor. Örneğin, ‘Kids (2 Finger an den Kopf)’ (Çocuklar (Kafamda iki parmak) şarkısında:

Alle sind jetzt ‘Troy’, niemand geht mehr raus

Keiner kämpft mehr bis zum ‘Endboss’–alle geben auf

Jeder geht jetzt joggen, redet über seinen Bauch

Bevordie ‘Lila Wolken’ kommen sind alle längst zuhaus

(Şimdi herkes ‘Troy’, artık kimse dışarı çıkmıyor

Artık kimse ‘Enboss’ ile dövüşmüyor –herkes pes ediyor

Herkes yürüyüşe gidiyor, göbeğinden bahsediyor

‘Mor Bulut’ belirmeden herkes evine gidiyor)

Şarkının ikinci kıtasından yapılan bu alıntı kısaca Marteria’nın şarkısında insanların yaşam tarzlarındaki değişikliklerin bariz bir şekilde mevcut trendler ve moda ifadeleri tarafından tetiklendiği konusunu ironik bir şekilde ele aldığını gösteriyor. Ayrıca, Marteria’nın gözlemlerini ifade ettiği rap’e özgü retorik, Alman rap bağlamında rap şarkılarının adlarına atıfta bulunan metaforları (tırnak içinde belirtilmiş) kullanmasıyla bir Alman rap bağlamıyla da bağlantılıdır.

Die Fantastischen Vier’nın 2004’teki ‘Troy’ şarkısı gruba sadakat hakkındaki bir şarkıydı. Yukarıda değinildiği üzere, ‘Endboss’ Marteria’nın hayattaki bir şeyleri değiştirme arzusu üzerine yazmış olduğu bir şarkıydı. Mor bulut anlamına gelen ‘Lila Wolken’, Marteria’nın 2012’de Miss Platinum ve Yasha ile beraber söylediği bir şarkının adıydı. Şarkı şafakta bulut mora dönene kadar uyanık kalıp hayatın her anında keyif çıkarmayı anlatıyordu. Böylece, şarkının dil yönelimi standart Almanca iken, şarkının tam anlamı Marteria ve Fantastischen Vier’nın önceki çalışmalarına en iyi şekilde aşina olduğunda anlaşılabilir çünkü bu şarkılara sözlü örnekler ile atıflar yapılmıştır. Son dizede,  Sonunda, şarkı, “MFG” gibi, bir Alman kültürel ürününün yaratılmasının bir başka örneğidir, çünkü her iki parça da kapsamlı bir Almanca bilgisine ve Alman rap müziği bilgisine dayanmaktadır.

Yine de, Marteria’nın başarısı sadece şarkı ironik ve esprili şarkı temalarına bağlı değildir, aynı zamanda müziğin altında kullandığı ritimler de bu başarısında etkili olmuştur. Eski Alman rap’i ve gangsta rap’in aksine, bu müzik türü sıklıkla radyoda ya da anakım dans kulüplerinde çalınıyor ((Mirko Machine, rop. , 10 Mayıs 2012)) . Hamburglu DJ Ben Kenobi’ye göre bu durumun nedeni basitçe erken dönem Alman rap’inin “şişman-gelişmiş anlamında- olmaması, tabiri caizse kulüplere uygun olmaması”dır ((DJ Ben Kenobi, rop. , 3 Temmuz 2012)) . Samy Deluxe’ün hip-hop grubu Dynamite Deluxe’ün 1990’lardaki bir şarkısına atıf yapan DJ Ben Kenobi şarkıyı “biraz sıska” olarak tanımlıyor. “Yeterli şişmanlık yoktu işte. Sadece o an olmamıştı.” Bugün Alman yapımcılar, Alman hip-hop müziğinin daha fazla bas ağırlıklı ve karmaşık ve dolayısıyla daha dans edilebilir hale gelmesiyle bu durumu değiştirmek için çaba harcıyorlar. Sonuç olarak, Almanya’dak yeni rap yapımlarının hip-hop’ın kökenine dönmesiyle beraber rap müzisyenlerinin çok kültürlü anlatılarının dans eden kitleye ulaştı ve kulüplerde daha sık çalınır hale geldi.

Sonuç

Almanya’da son otuz yılda rap içinde ortaya çıkan farklı rap tarzlarına ve çok kültürlü anlatılara kısa bir bakış attıktan sonra Alman rap’inden bahsedilemeyeceğini fakat Almanya’daki rap hakkında konuşulabileceği kanısına varılabilir. Dilsel yönelimler gerçekten Almanya’daki rap müziğine ulusal bir kimlik kazandırırken, yine de rapçiler şarkı konularına bağlı olarak şarkılarını İngilizce, Türkçe ya da başka dillerde yapmayı da seçebiliyorlar.  Böylelikle bu durum Almanya’nın kültür hayatındaki farklı bakış açılarının yansıtılmasına hizmet etmiştir. Rap’e özgü retorik ve ritüelleşmiş konuşma edimleri çoğunlukla Amerikan rap’ini taklit eden gangsta rap’te gözükürken, Almanya’da rap, Almanya’nın sosyokültürel yaşamının çeşitliliğini ve karmaşıklığını ifade eden kendi çoklu sesini bulmuştur. 

Advanced Chemistry, Freundeskreis ve Samy Deluxe gibi müzisyenler kullanılarak verilen örneklere baktığımızda rap’in çok kültürlü bir Almanlık türü ya da küresel birlikteliği sağlamak için kullanılırken, Die Fantastichen Vier’nın yaptığı rap müzik kendisini sosyo-politik konulardan uzak tutmuştur. Özellikle erken dönem ticari başarıları, plak şirketleri Four Music ile birlikte yeni oluşan Almanca rap türü hakkında bir farkındalık yarattı ve daha sonra Freundeskreis ve Marteria gibi geleceğin rap sanatçıları ile sözleşme yaptılar. Böylelikle, Die Fanstasichen Vier politik rap’in yeniden oluşabileceği bir ortam sağladı. ((Loh ve Güngör, Fear of a Kanak Planet, s. 119.))

Almanya’daki politik rap çoğunlukla Almanya’nın çok kültürlü yapısına değinirken, ayrıca bu yazı Doğu ve Batı Almanya arasında devam eden kültürel ayrışmaya da değinmiştir. Doğu Berlinli rapçiler Dissziplin ve Joe Rilla’yı rap aracılığıyla Doğu Almanlar’ın sesi olması ile beraber politik aktivistler olarak gösteren Putnam ve Schicker, bu durumun modern Doğu Almanlar’ı sosyalist geçmişlerinin olumlu yönlerini yeniden kucaklamak ve bugünkü gerçekliklerini ve geleceklerini yeniden inşa edebilmek için “topyekûn harekete geçirmeyi” hedefleyen bir yeni Doğu Alman kimliği sunduğu sonucuna varıyorlar. 

Yine de Berlin, toplumsal olarak ayrıştırılmış gangsta anlatılarını yansıtabilmek için rap’e başvuran Alman kökenli olan ya da olmayan bütün rapçilerin evi olmuştur. Bu Almanca gangsta’cılık kendisini en çok saldırgan sözcüklerde ve Nasyonal Sosyalizm’e yönelik vermiş olduğu referanslarda göstermektedir. Putnam ve Littlejohn’un açıklamalarına göre gangsta rap’in Nasyonal Sosyalizm’e referans yapmasının esas nedeni “Basitçe Almanlar’ın kültürler geçmişinde Scarface gibi gangsterlerin olmamasıdır. Almanlar’ın kültürel ruhunda sokaklardaki itibarını ve saygıyı talep eden kültürel geçmişlerindeki ideal gangster figürü Adolf Hitler ve silah arkadaşlarıydı”. Bu nedenle, Putnam ve Littlejohn, Alman gangsta rap’ini “Alman geçmişi ile Amerikan popüler kültürünün karmaşık birlikteliği aracılığı ile inşa edilen yeni bir Alman kimliğinin oluşumu” olarak görüyorlar.

Yeni tarz rap yapımları da küresel çaptaki toplumsal değişimleri dans etmeyi teşvik eden ritimler kullanarak yorumlamaya başladılar. Böylece, erken dönem rap sanatçıları Almanca müzik dinleyerek büyümediklerini iddia ederken, Almanca rap, günümüz Almanya’sındaki çeşitli sosyokültürel ve sürekli değişen kimliksel söylemleri yansıtmak için müzikal bir ayna görevi üstlenerek bu açığı dolduruyor gibi gözüküyor. 

23 Eylül 2020

İNCELEME : Kanye West : Late Registration

“Pitchfork Çevirileri” – İlk aşamada “Klasik” Diskografilerin Pitchfork sitesi üzerindeki incelemelerini Türkçe’ye kazandırarak bir Referans noktası sağlamayı amaçlar.

Kanye West : Late Registration – Puan : 9.5

İnceleme Tarihi: 2005

Prodüktör/ rapçi Pazz & Jopp ödüllü çıkış albümü The College Dropout’u , Jon Brion ile bir ortak çalışma ile devam ettiriyor; birlikte West’in gevezeliklerini ve görünüşte gerçekdışı fikirlerini samimi ve kusurlu bir başyapıta dönüştürüyorlar.

Yaygın düşüncenin aksine, aşırı gururun haklı bir çekiciliği var. Kanye West’in tuhaflıklarının yapımlarını engellediğini düşünenler ana fikri kaçırıyor. Kendine verdiği önem bariz, fakat özgüvensizliği ile birbirine sarmaş dolaş halde sunduğu küstahlığı asıl West’i geçmiş beş yılın en ilginç hip hop kişiliği yapan şey. Onu, 50 Cent, Nelly veya Slug yerine “Oprah”a ve geçen hafta Time dergisinin kapağına çıkaran sebep bu. Mesele satışlar değil, mesele ruhlar.

Bunu demekle birlikte, günün sonunda öyle ki West’in kulağı-saf altın bir enstrüman değerinde- ve onun maceracı/işbirlikçi ruhu onu kendi türünün en bütünlüklü olarak şekillenmiş sanatçısı yapıyor. Her tarafa yayılan Late Registration bu yılın en başarılı rap albümü, ve sonucunda da, kendisi kahramanlarının- Pharcyde, Nas, ve baba figürü olan Jay Z- yapamadığı bir şeyi yapıyor: ikinci seferde de verdiği sözü yerine getirmek. Yardımcı yapımcı Jon Brion yardımıyla, West kendi karışık karakterini, her zaman canlı ve belirgin şevkini, vizyonunu cafcaflı şekilde ele alarak; gevezeliklerini, görece mümkünatsız gözüken fikirlerini samimi ve kusurlu bir başyapıta dönüştürdü.


Brion olmasaydı, bu albüm büyük ihtimalle atası olan The College Dropout’a oldukça benzeyecekti- gürültülü üflemeliler, sıklığı arttırılmış soul müzik içeriği, ve muazzamlığın kıvılcımları gibi. Eski Fiona Apple maystrosunun bütün bu sürece kattığı şey- bir orkestra şefinin değneği ve gülümsemesi dışında – West’in fikirlerini şişirebilmek ve hepsinin içine biraz daha yaşamı katabilmek. Bu duruma bir örnek, bir sene önceden sızdırılmış olan “Hey Mama” şarkısı. Şarkı genel anlamıyla sevimli, alkışların ve Donal Leace’in “Today Won’t Come Again” parçasından alınan örnek kesitlerin egemen olduğu, basitçe geleneksel bir Kanye prodüksiyonu. Brion’un şarkıya uyguladığı geri dönüşüm işleminde ise prodüksiyona inleyen bir ses kodlayıcı, tin pan alley ((new york’ta pop müzik müzisyenleri ve bestecileri ile ilişkili bir bölge)) davullar, bir ksilofon solosu, art arda bağlanmış synthlerden oluşan bir final ekleniyor, üstelik Brion bunların hepsini şarkının kalbinde yatan dinamiği örtmeden yapıyor.
Bu tarz enstantaneler; bazen nazik, genellikle arsız olan West’in etrafını farklı bir tını ile sarıyor. Örneğin “Crack Music” gibi esip gürleyen çığırtkan bir şarkı, kükreyen korosu ve kiliseden çıkmışçasına uzayan sonu olmasa kendini nerede bulurdu? Muhtelemen The Game’in albümünde bir yerde. Peki Kanye tek başına “We Major”ın gösterişçi ve böbürlenen eski okul boom bap performansını yavaş yavaş inşa olduktan sonra bir anda toptan düşen bir prodüksiyonla birleştirebilir miydi, Brion veya yardımcı prodükör Waryn Campbell olmadan? Pek olası değil. Stüdyosunu oldukça hayranlık duyulan meslektaşlarına açarak, West kendisine “Jesus Walks”ta düşündüğünden bile daha büyük düşünebilmek için fırsat yaratmış oluyor.

Mikrofonda West eskisinden daha keskin ve sınanmış bir performans sergiliyor, her ne kadar bu noktada asla Jigga’nın çabasız kaygısızlığına veya Nas’ın dişlerı sıktıran sofuluğuna sahip olamayacağı belli olsa da. Hem yararına hem zararına konuşmak gerekirse, [West] etrafını kendisinden daha iyi MClerle donatmaya devam ediyor, örneğin Common (oldukça ılımlı “My Way Home” parçasında), etkileyici yeni gelen Lupe Fiasco (Just Blaze’in yaşam dolu “Touch The Sky”ında), ve “Gone” daki alim-vari nükteli sözleri ile halihazırdaki büyüleyici formuna devam eden tarifsiz Cam’Ron gibi. Houston’un Paul Wall’u bile uyuşuk ve akışkan “Drive Slow” daki 16 barına “ışıklandırma”, “ima etme” ve “tırtıl” ((orjinalinde illuminate, insinuate ve caterpillar kelimeleri)) gibi kelimeleri sığdırmayı başarıyor. Bütün bunların yanına birbirine zıt iki devin, Nas ve Jay- Z’nin albümün üzerinde hortlaklarının dolaşması da cabası.

Geçmiş zamanın “muhteşem” hip-hop albümlerinin aksine, buradaki prodüksiyonlar o kadar ısrarcı ki West’inki gibi karizmatik bir ses bile dinleyen için öncelikli düşünce olmaktan çıkabiliyor. Sadece “Roses” parçası “Jesus Walks” veya “Family Business”taki cazip duygusallığı sağlayabiliyor. “Diamonda from Sierra Leone” remixi, takdir edilesi fakat biraz şüphe uyandıran bir politik düşünce sahnelenmesi sağlıyor, fakat her devasa girişim gibi, kendi işinin patronu olmanın bir bedeli var. Albümün en kötü şarkısı “Bring Me Down”, Brion’un elinden çıkma şapşal ve süslü orkestra haliyle dinleyeni yoruyor. Şarkı aynı zamanda hala birilerinin, sesi bir Cuisinart ((Bir Amerikan mutfak malzemeleri markası. Burada kast edilen ürün büyük ihtimalle bir blender benzeri bir makine.)) ile kaydedilmiş gibi duyulan Brandy’i umursadığını varsaymak gibi bir hata yapıyor. “Celebration” da aynı şekilde boş ve meşgul edici bir parça, şey hakkında… kutlama yapmak. Bu iki şarkı ve finansal olarak yetersiz insanlar için açılmış bir kurgusal cemiyet olan Broke Phi Broke ile ilgili zararsız olsa da gereksiz birkaç skitin dışında, albüm hedefi tam ortadan vuruyor. “Addiction” basit bir konsept olsa da teslimatı oldukça ilham verici bir şarkı. “Gold Digger” da aynı şekilde basit fakat silik olmayan, Ray Charles taklidini yapan Jamie Foxx ve geri dönüşümlü davullar ile barizliğin kapılarını açıyor, fakat mizah ve hürmet ile kapılardan rahatlıkla geçiyor. Açılış parçası “Heard’Em Say” , Maroon 5 solisti Adam Levine sağolsun en ağızlarda dolaşacak şarkı olabilir, fakat tahmin edin durum ne? Kendisi gayet iyi. Hafif detone ve masum şekilde dinleyiciye ruhunu döküyor, fakat buradaki her risk gibi, kendisinin şerbetli pop vokali de işe yarıyor. “Hepimiz özbilinçliyiz” lafı [The College] Dropout- sonrasında yeni bir anlam kazanmadı. West’in modern hip-hop melodilerini devrimleştiriyor olduğu sanısı çoğunlukla bir yanılsama. Çok fazla şey değişmedi, her ne kadar Brion’un kurnazlıklarından birkaç tanesi Cassidy gibi birine bir iki obua döngüsü içeren altyapı vermek gibi değişik ve yenilikçi görünse bile. Genele bakılacak olursa, West’in müziği ve kişiliğini bu kadar canlı ve önemli yapan şey, tamamı ile tekil ve etrafındakileri çekiyor olması. İnsanı deli edebilecek çelişkileri, mankafalıkları, saçmalıkları, ve sinirli devrimcilikleri yine orijinal ve eşsiz bir sesi kapsıyor. Yine de fark edeceksiniz ki West’i tanımlamak için “herhangi biri” ((everyman)) kalıbını kullanmaktan kaçındım. Çünkü herhangi biri kulaklıklarla dinlerken vücüdunuz her yerini harekete geçirecek bir albüm yazamazdı.


2005 yılında Sean Fennessey tarafından yazılmış orijinal inceleme

21 Eylül 2020

Berlin’den Sesler | Alman Rapinin Kökenine bir Bakış. (3)

Marissa Kristina Munderloh tarafından yazılmış “Rap in Germany – Multicultural Narratives of the Berlin Republic” makalesinin Türkçe çevrimini Melih Can Kızmaz gerçekleştirdi. Makale, 4 bölüm şeklinde, her Pazartesi yayında olacak. İyi okumalar

Birinci ve İkinci bölümü okumayanlar için Birinci Bölüm / İkinci Bölüm

Almanya’nın Gangsta Rapçileri

Berlinli rapçi Megaloh ‘Hallo Welt!’de (Merhaba Dünya!) (2012) rap’i‘ unter all den Schafen das Schwarze, die Saat uns’rer Rage, das Sprachrohr der Straße’-bütün koyunlar arasında kara olanı, öfkemizin tohumu ve sokakların sesi- olarak yorumluyor. Bu tasvir ana akım müzik dinleyicilerine Afro-Amerikan erkek rapçilerin sokakların zorlu koşullarından bahsettiği ticari Amerikan rap müziğinin statükolaşmış tarzından tanıdık gelebilir ((Bkz. Ogbar, Hip-Hop Revolution, s.42.)) . 1990’larda Konkret Finn ya da Rödelheim Hartreim Projekt (1994–1996) gibi rapçiler ‘Ich diss Dich’ (( Bkz. Loh ve Güngör, Fear of a Kanak Planet, s. 299.)) (1994) –Sana laf –diss*- atıyorum-  parçalarında sözlü rap savaşlarına girdiler. Her ikisi de Frankfurtlu olan müzisyenler, o dönem sadece Almanya rap müziğinin bir kesimini temsil ediyorlardı.

Buna karşın, Alman gangsta ve rap savaşı yavaş yavaş ulusal rap sahnesini ele geçirmeye başladı ve ticari Alman rap yapımlarında dominant bir türe dönüştü. Özellikle, 2001’de rap şirketi –label- Aggro Berlin’in kurulması rapçilerin olağan dışı ve şiddetli yaşam tarzları hakkında kafiyeler yazmalarına ve daha agresif bir yeni hip-hop sound’u yaratmalarına yol açtı (( Bkz. Maria Stehle, Ghetto Voices in Contemporary German Culture (New York: Camden House, 2012), s. 129–52.)) . Fakat yine de yeni olan şey, Almanya’nın sözde-gettolarında açığa çıkan yaşamları ve bununla beraber değişen anlatıları oldu. Rap’teki bu yeni sosyo-mekansal yaklaşım özellikle rapçi Sido’nun  ‘Mein Block’ (2004) şarkısında yer eden Batı Berlin’in Reinickendorf bölgesindeki ‘Märkisches Viertel’ aracılığıyla ilerledi. 

Meine Stadt, mein Bezirk, mein Viertel, meine Gegend,

meine Straße, mein Zuhause, mein Block,

meine Gedanken, mein Herz, mein Leben, meine Welt

reicht vomerstenbis zum sechzehnten Stock

(Benim şehrim, benim bölgem, benim mahallem, benim alanım,

Benim sokağım, benim evim, benim bloğum,

Benim düşüncelerim, benim kalbim, benim hayatım, benim dünyama,

İlk kattan on altıncı kata ulaşır)

Sido’nun şarkısının nakaratı genelde toplumsal olarak ayrışmış bir mahallede yaşadığını özetler. Adı geçen “Blok”, 1963 ile 1974 yılları arasında yükselmeye başlayan çok katlı karmaşık yüksek apartman binalarının olduğu Kuzeybatı Berlin bölgesindeki bir yoksul mahallesidir.  Doğu Berlin’de doğmasına rağmen “MV”de büyüyen Sido, şarkıda sözünü ettiği mahalle kavramında, kendi bakış açısıyla, gururla buna –mahalle- sahip olduğunu anlatan ortak rap retoriğine başvuruyor ve fakir ve tehlikeli kent çevresinden bahsediyor. Bu şekilde, ilk dizede gerçek yerlerden bahsederken, şarkının son iki dizesinde hislerinde tanımladığı ve dünya görüşünde yansıttığı bir anlatı tarzına geçiş yapıyor. Sido’nun Alman Evi’nin fiziksel ve duygusal bu füzyonu, nakaratın son dizesinde açığa çıkar. Sido’ya göre yüksek katlı bina hem kötü ekonomik statüsünü yansıtırken hem de rap’te ulaştığı başarıyı temsil ediyor -2004 ile beraber 16. Kat. Şarkı yağınlandığı zaman Sido artık MV’de yaşamıyor olsa da köklerinin hala Blok’ta olduğuna referans yapması Sido’nun gangster imajına gerekli özgünlüğü katmıştır. 

Benzer bir anlatı, günümüzün en başarılı gangsta rapçisi olan Tunus kökenli Alman rapçi Bushido tarafından kullanılmıştır. Bir rapçi olarak takındığı tavır albümlerinin isimlerinden tahmin edilebilir. ‘Carlo Cokxxx Nutten’ (2002) ile gelen başarısı, Alman kökenli rapçi Fler ile 2003’te yayınladığı ‘Vom Bordstein bis zum Skyline’ (Kaldırım taşından gökyüzüne) şarkısı ile devam etti. ‘Electro Ghetto’ (2004), ‘Staatsfeind Nr.1 (Devletin bir numaralı düşmanı) (2006), ‘Carlo Cokxxx Nutten2 ’(2009) ve ‘Carlo Cokxxx Nutten 3 ’(2015) gibi sonra çıkardığı albümlerle de başarısını sürdürdü. Kendisini Carlo-Carlucci giyen, kokain tüketen, seks işçisi pazarlayan bir numaralı devlet düşmanı olarak yansıtırken, ayrıca kendisini sıfırdan zengin olan, kaldırım taşından başlayıp gökyüzüne yerleşen biri olarak da gösteriyordu. Sosyal sınıf ve yukarıya doğru hareketlilik üzerine yapılan vurgu –mimari metafor kullanılarak- böylelikle yeni bir Alman gangsta rap kimliğine dönüştü. Sammy Deluxe, 1990’lardaki rap yapımlarının aksine sosyal spektrumun genişlediğini söylüyor. (Almanya’daki rap) şimdilerde orta sınıfı daha az temsil etse de alt sınıfın resmi sesine dönüştü. –artık sadece tüketim için yapılmıyor herkesin katılabileceği bir alan oluşturuluyordu- Bu duruma uygun bir biçimde, Bushido 2015’teki ‘Gangsta, Gangsta’ şarkısında, 2015’te hala rap yapmak için bir yüksek eğitime –Arbitur- gerek olmadığını iddia etmişti. 

Farklı bir şekilde,2015 ve 2016 yıllarında “en iyi ulusal hip-hop/kent sanatçısı” dalında ‘Echo’ Müzik Ödülleri’ni alan Kanada kökenli Alman rapçi Kollegah, üç buçuk yıl süren yüksek eğitim ((Bushido’nun da atıf yaptığı kavram “Arbitur” olarak geçiyor. Almanya’da yüksek eğitime verilen isim.)) hayatı sonunda hukuk diplomasını aldı ((Samy Deluxe, rop. , 29 Temmuz 2012.)) . Yine de, Kollegah gangsta rapçi olarak kendisini şarkı sözlerinde ((‘Charterfolgfür Kollegah und Farid Bang: Der deutsche Gangster-Rapist Zurück’, SPIEGEL ONLINE, 19Februar 2013 (http://www.spiegel.de/kultur/musik/kollegah-und-farid-bang-mit-hi phop-album-jbh-2-auf-platz-eins-a-884272.html).)) sapkın bir suçlu “patron” ve “pezevenk” olarak yansıtarak, küresel çaptaki tanınırlığını Bushido’ya benzer bir imajla elde etti. 2015’teki kaydettiği son albümü Zuhältertape Volume 4’teki “John Gotti” şarkısında hayali düşmanın üzerinde bu şekilde bir imaj bırakmaya çalışıyor: 

Ich lass’ dich tot da liegen

Verbrenn’ deine Großfamilie und sie passt in ’ne fuckin’ Zwei-Quadratmeter-Bootskajüte

Und das alles, während meine iPhone-Kopfhörer Mozart spielen (( Kollegah, John Gotti, Zuhältertape Volume 4,(Selfmade Records, 2015), CD.))

(Sen öldüğünde buradan gideceğim

Bütün aileni yakacağım ve onları iki metre karelik boktan bir bot kabinine sığdıracağım

Ve bütün bunlar iPhone’umda Mozart çalarken gerçekleşecek

Patron – Bir bal arısı gibi çiçeklerim dolu duruyorum-)

Kollegah yaratıcı kafiyeleri ve hızlı rap yapma tarzı ile bilinir ve bu durum sadece onun tipik kaba lirik içeriğini yansıtmaz aynı zamanda yaratıcı karşılaştırmalarında iç içe geçen mizah duygusunu da gösterir. Böylece, özellikle Almanca’da kullanılan bir denizcilik terimi olan “Kajute”  –ölü kurbanların kalıntılarını saklamak için kullanılan küçük alan-  kelimesini seçmiştir. Bu kullanım kentli gansgter çevreden uzak duruyordu, böylelikle de daha ziyade daha mizahi bir anlatıyı tetikliyordu. Fakat, kendisini New York’lu eski mafya babası John Gotti ile benzeştirse de kendisini suç işlerken klasik müzik dinleyen özgün bir gangster olarak da gösteriyordu. Şarkının son dizesinde, Kollegah’ın rap kariyerinin zirvesinde olan bir patron olduğunu iddia ettiği için kelime oyunları sıklıkla devreye giriyor, bir Alman deyimi olan bir bal arısı gibi “çiçeklerim dolu duruyorum”  tabirini kullanması bu durumu yansıtıyor. Buradan da anlayacağımız üzere, gangsta rap’in şarkı sözlerinde belirtidiği gibi gerçek toplumsal ve akademik altyapılarını yansıtması gerekmez, bu tür Alman rap sahnesinin kendine has muğlak ve ikircikli yapısını yansıtır.

Benzer bir şekilde, rap esas olarak Almanya’nın nasyonel-sosyalist geçmişinden uzaklaşmak için bir araç olarak görülürken, bazı Alman gangsta rapçileri de kendilerini geçmişleriyle tanımlamayı seçmişlerdir. Buna ek olarak ayrıştırılan kentsel yerleşkelerle bağ kurularak gangsta rapçiler anlatılarına Nazi referansları dahil edip sosyal farklılıklarını vurgulamışlardır. Putnam ve Littlejohn “ Fler ile Nasyonal Sosyalizm? Siyasal Sağ’dan Alman Hip Hop’ı” makalelerinde “ Fler ve Bushido gibi sanatçıların şarkılarında … -özellikle de çok tartışılan Aggro Berlin yapım şirketinin şimdiki ve eski sanatçıları tarafından kaydedilen şarkılarda- müziklerinde, CD kapaklarında ve müzik videolarında milliyetçi referanslar açık bir biçimde dahil ediliyordu. Böyle yaparak,  bu rapçiler kendilerini yeni Naziler ya da ırkçılar olarak deklare etmeyip bunu sadece “bu tarz tabulaşmış konularla flört ederek” (( Michael T. Putnam ve John Littlejohn, ‘National Socialism with Fler? German Hip Hop from the Right’, Popular Music and Society,30/4(2008), 453–468 (s.453).)) provokatif bir pazarlama stratejisi izlediklerini söylüyorlardı. Örneğin Bushido, ‘Wenn dein Kiefer bricht’ (Çenen Kırıldığında) (2015) şarkısında:

Mann, ich mach’ Rap wieder hart

Undall die Missgeburten heulen rum

Nur die Stärksten überleben Deutschraps Säuberung

(Adamım, Yine sert rap yapıyorum

Ve bütün ucubeler ağlıyor

Almanya’nın rap temizliğinde sadece en güçlüler hayatta kalacak)

Bu şarkı teması birisinin hayali bir düşmanına diss attığı esnada ritüelleşmiş söylemlere referans yapmaktadır. Bushido’nun sözlerindeki provokatif saldırganlık, muğlak Nazi ideolojiden Sosyal Darwinizm referansı –en güçlü olanın hayatta kalması- Alman rap’inin temizlenmesi (( Cleansing of the German rap: Alman rap’inde soykırım olarak da yorumlanır. Burada Nazi ideolojisine bir atıf yapılmaktadır.)) ile birleştiğinde kendini yansıtmaktadır. Yine de, Tunus kökenli Bushido, “temizleme” söylemiyle Alman kültürel bağlamına ırklar ötesi boyut kazandırmıştır. Bu gibi tabirler ile beraber, rapçiler şarkılarında aynı anda tehditkar bir tavır takınırken ticari başarıları çerçevesinde üstün statülerini iddia edebildiler. Buna ek olarak, Sammy Deluxe’ün de belirttiği gibi, tehdit ve saldırganlık, karışık olmayan ifade biçimiyle “herkesin Almanca olarak görmediği aşırı argo bir sokak dili” (( Samy Deluxe, rop. , 29 Temmuz 2012. )) gibi özel bir dilsel kullanım aracılığıyla ifade edilir.

Buna karşın, Amerikan rap’inin aksine dilin bu tarzda kullanılması Almanca rap’te azınlık olmanın bir işareti olarak görülmez. Tam aksine bu tarz, 1980’lerden günümüze değin çok kültürlülüğünü koruyan Alman rap’inde, Sido ve Fler gibi Alman kökenli rapçilerin sözlerinde kendi sosyo-ekonomik durumlarına değinmeleri ve anlatılarını genel Alman toplumunda ayırmalarında bir araç olarak kullanılmıştır.


Selam. Yazının bu haftalık sonuna geldin, önümüzdeki hafta “Alman Rap’inin Ötesindeki Motivasyonlarla” serinin finalini yapıyoruz. Esenlikle kal

12 Eylül 2020

Hidra C-137

Aktif sahnenin en geniş Diskografilere sahip isimlerinden biri Hidra ve Hidra – C-137, dün gece itibariyle yayına girdi. Albümden daha önce çıkan iki Single High ve Veronica sonrası oldukça merakla bekliyordum çünkü High parçası ne kadar heveslendirdiyse Veronica da o derece “standart” bir izlenim bırakmıştı fakat albümün sonunda, C-137 beklentilerimi karşılamayı başardı.

Albümle ilgili ilk gözüme çarpan şey Prodüksiyonlar oldu, Arda Gezer ve FerzanBeats ikilisi tarafından sırtlanan yük KARMA çatısı altında şuana dek gördüğümüz soundların devamı, Vokale bol yer açma amacı güden, yavaş ve ambient seslerin ağır bastığı Beatler, albümün keyfindeki büyük yapı taşlarından birisi. Ayrıca hiç LexLuger Drumkit sesi duymadığım için memnunum.

Hidra’nın kariyerinde bir çok Protest parça olmasına rağmen Albümle alakalı bu tarz bir beklentim yoktu, çoğu noktada karşıma çıkan Protest barlar beni hem şaşırttı hem de Hidra’nın verdiği üstü kapalı -yerine göre de açık- mesajlarla keyiflendim. İdeolojik bir koşturmacadan uzak oluşu, iyi bir filtrelemeden geçerek ulaşmış oluşu ve Popülist söylemlerden uzak olması benim açımdan albümün genel aurasına verdiğim puanı +1 yükseltti. Yazım tarafında gördüğümüz Statüko karşıtlığı, Tepkisellik ve yumruk misali lirikler kaliteliydi.

Hidra C-137

Teknik anlamda Hidra, 2020’de tekrar güçlenen “Adliblere güvenmeden yapılan albümler” trendini devam ettiriyor, Nakarat ölçülerinin kaçırılmamış olması ve devamında gelen, Hidra’nın kariyerinin alameti farikası güçlü vokaller (ki bence C-137 Hidra’nın Vokal anlamında kendi Magnum Opus’una ulaştığının göstergesidir) yukarıda bahsettiğim iki noktayla birleşerek çok güçlü bir füzyon çıkarmış;

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı image-3.png
Adlib’e güvenen MC örneği
– BolSözlük’ten nellyville Entrysi

Güçlü vokal, vokale alan açan prodüksiyonlar ve ayakları yere basan mesajlar. Katılmamak veya Katılmak subjektif olsa da, Hidra C-137 ile temel gereksinimlerin bir çoğunu karşılayarak güncel bir albüm hazırlamış, bu başta “iyi” klasmanına sokmuyor gibi görünse bile 2020 Sahnesinde “gucci prada” ekseninden ayrılamayan ve Pop-Rap’e saplanmış piyasa için ikinci bir nefes çabası, artık bu özveriyi dahi göremez olduk.

Ancak albümle alakalı konuşulması gereken negatif nokta, Teknik anlamda bu albümün bir Replayi hakedip haketmeyeceği, Sıkıştırılmış bir öfkeyle adeta Isırmaya hazır bir albüm C-137, bu görünümün tamamını ise günümüzden alıyor, bugün için iyi bir albüm olmasına rağmen yarın için nasıl bir albüm olacağı meçhul. Ayrıca ekparantez olarak içeride bulunan “Sorumlusu Sizsiniz” albümdeki genel vokal – prodüksiyon çerçevesinin dışında kalan başlangıcıyla tüm dinleme serüvenini bozuyor ve bir nevi “uyandırıyor” tek oturuşta dinlerken oldukça rahatsız edici bir tecrübeydi.

Albümde bulunan Çiğ, HSNSBBH ve Eko Fresh düetleri arasında Çiğ bir çoğu gibi beni de oldukça şaşırttı, yer yer günümüz piyasasının standartlaşmış flowunu kullandığı ufak bir Flow Switch’i bile yaparak iddialı bir verse icra etmiş ve Hidra albümünde önplana çıkma şansını güzel kullanmış. Ancak Eko Fresh’i yıllarca Almanca dinlemiş bünyem Eko’nun verse’ünü bir türlü kabul etmedi, edemedi. Kendisinin vokalinin inanılmaz kalitesiz bir kayıta sahip oluşu ve Tercih ettiği kötü Flow beni hayal kırıklığına uğrattı. Ancak Eko’yu Hidra ile beraber görebilmiş olmak hoş bir histi, keşke Tracklistte kalmasaydı bu his.

Albümle alakalı bir diğer konuşmamız gereken nokta giriş parçası A-A O!, genel anlamda albümdeki bütün Flow ve Vokal kullanımlarının dışında kalan parça, albüme giriş için doğru tercih değil, kendisinden sonra gelen tüm parçalardan farklı bir yapıya sahip olmasından ötürü bir veda parçası olarak değerlendirilmesi daha doğru olabilirdi.

Hidra – C-137 ve Tekli problemleri

Albümden gelen iki Tekli (HIGH ve Veronica) bana kalırsa albümü yanlış yansıtan girişimlerdi, HIGH parçasından ne kadar keyif alsam da Veronica bana albümle alakalı güzel bir Hype / Fikir vermedi, ki Tekli yayınlamanın mantığı albümle alakalı fikir edinmeyi sağlayarak bir beklenti yaratmak. Bu anlamda en yanlış tercih yayınlanan Tekliler diyebiliriz.

Ancak, her şeye rağmen C-137 bu yıla dair keyifli ve şaşırtıcı bir işti. Bu denli Protest söylem, agresiflik beklemediğim albüm (ki bu düşüncemin altında yayınlanan Teklilerden aldığım izlenim var) yıla dair hatırlanacak işlerden birisi. 2020 yılında dipten dibe gelen Eski Usül Lirik-Yeni Nesil Müzik ekolünün de en iyi temsilcilerinden. Darısı Şehinşah albümünün başına.

9 Eylül 2020

Danny Brown Dinleme Rehberi

Danny Brown 2010’lu yılların başında karakteristik tiz sesiyle, kendisini rap müzik modasından izole eden ve rock yıldızı görünümü sağlayan sıkı deri pantolonları ve ceketleriyle, çılgın saçlarıyla, kayıp ön dişleriyle ve müziğinde diğer sanatçılara nazaran çok daha bol kullandığı uyuşturucu içeriğiyle kendi farkını ortaya koymuş ve piyasaya yeni bir soluk getirmiş bir isim. Saydığım bunca özellik 2010’ların sonlarında artık normalleşmiş ve muhtemelen 2020’li yılların rap müziğinin tanımlayıcı normlarından olacak olsa da 2010-2011 civarında hip hop hala geleneksel kurallarına göre oynanırken ODB garipliğiyle piyasaya dalmış çılgın ve 30’larına girmiş bir isimden bu tutum gelince elbette kabullenilmesi zor oldu. Zor olduysa da geleneksel rap’ten trap müziğe geçiş sürecinin dinleyicileri zorladığı kadar değil çünkü Danny Brown 1981 doğumlu ve o dönemde yetişmiş her siyahi erkek gibi geleneksel hip hop’un içinde büyümüş bir hip hop öğrencisi. Kendisi gibi Detroit’li olan J Dilla’nın posthumous toplama projelerinde bulunması ve Greatest Rapper Ever parçasında “Young buck, look, now a grown up / Now I pop them same pills, listening to Donuts / I rap like I bet my life / Cause in all actuality, nigga I did” sözleriyle Dilla’nın klasik albümü Donuts’a ve rap müzikte neredeyse her şeyin sözler olduğu dönemlere göz kırpması da bunun somut kanıtlarından yalnızca biri.

Bu yazının amacıysa Danny Brown’un alışılmadık tarzına alışamayan insanlara bir yol göstermek çünkü Danny Brown’ı harika bir sanatçı yapan şeyleri anlamadan hip hop hayranı bir dinleyici olmayı bir kayıp olarak görüyorum. Eğer deneysel rap müzikle pek aranız yoksa veya yeni yeni kulağınız farklı ve absürt şeylere alışmaya başladıysa ilk adımda dinlemeniz gereken albüm Danny Brown’ın 2010’da çıkarttığı çıkış albümü The Hybrid. Danny Brown’ın bir avuç mixtape’den sonra çıkarttığı bu albüm kendisini hala yeraltında tutarken ana akım medya şirketlerinin de dikkatini çekmiş, müzik kritiklerinden yeni bir Royce Da 5’9” veya Elzhi yakıştırması almıştır. Böylece diğer Detroit efsaneleriyle birlikte ismi geçmeye başlamış Danny Brown, The Hybrid’de albümün isminden de anlaşılabileceği gibi eskiye olan bağlılığını, kendini farklı yapan flowları ve aktarımıyla aynı potada eritiyor. XXX veya Atrocity Exhibition seviyesinde tizlere çıkmasa da neredeyse iki şarkıda bir kendine has yüksek sesiyle ve enerjik aktarımıyla karşımıza çıkıyor. Çıkmadığı şarkılarda ise 90’ların boom bap’i ve hardcore denilebilir bir aktarımla karşımıza çıkıyor. Sık sık benzetildiği ODB daha iyi rap yapsa ve 2010’larda bir albüm çıkartabilseydi bu albüm The Hybrid gibi olurdu. Albümden favorim Quelle Chris prodüksiyonlu Greatest Rapper Ever şarkısı.

İkinci aşamada dinlenilmesi gereken albüm, The Hybrid’in sert vuran perküsyonundan ve hardcore sound’undan yorulanlar için Danny Brown’ın son albümü 2019 çıkışlı uknowhatimsayin¿. Bu yazıda bahsedilen ve bahsedilecek tüm projelerinin aksine bu albüm Danny Brown için bir ‘büyüdüm ve artık daha iyi hissediyorum’ mesajı. Tüm kariyeri boyunca uyuşturucu bağımlılığı ve depresyonla boğuşmuş Danny Brown’ın içeriğinden, altyapılarından tut ön dişini yaptırması ve kısa saç kullanmasına kadar albüme dair her şey sağlıklı bir Danny Brown imajı veriyor. Albümün baş prodüktörlüğü A Tribe Called Quest’ten tanıdığımız Q-Tip tarafından yapılmışken de dinleyene eski tatlardan tattırmaması imkân dahilinde değil. Danny Brown’ın tüm ilham kaynaklarının esintileri baştan sona hissediliyor. Bu albümden favorim Allame’nin Fiskos’u ile aynı sample’ı paylaşan Savage Nomad. Biraz eski günlerindeki yüksek enerjili aktarımda olduğu için olabilir.

Bu aşamadan sonra işler biraz deneme yanılmaya dönüyor. Dinlemeniz gereken bir sonraki albüm olduğunu düşündüğüm 2013 çıkışlı Old, Danny Brown’ın ekmek kaygısıyla ana akım medyaya selam çaktığı bir albüm olarak görünse de karanlık, elektronik ve bass ağırlıklı yüksek sesli parti banger’larının yanı sıra XXX’te bıraktığı sound’un biraz daha kasvetlendiği bir albüm. uknowhatimsayin¿ yerine ikinci sırada bulunabilecek bir albüm fakat Danny Brown’ı daha iyi tanımak için uknowhatimsayin¿ önce dinlenmeli. Torture gibi karanlık ve sert şarkılar çıkartılıp tamamen bir saykedelik maceralı parti albümü olsaydı eğlene eğlene dinlemeniz için ikinci sıraya koyabilirdim. Benim zannımda en kötü albümü olmasının sebebiyse kafasının karışık olduğu ve ne yapmak istediğine emin olamadığı bir albüm olması ama bir partide veya arabada aux kablosunu elinize aldığınızda Dope Fiend Rental ve Kush Coma gibi şarkılarla sizi bir anda arkadaş ortamının DJ’i yapabilir.

Bu 3 albümden sonra işlerin sarpa sardığı fakat Danny Brown’ı Danny Brown yapan biri klasik biri klasik adayı iki albüm kalıyor geriye. İlk olarak Danny Brown’ın ‘yaş otuz oldu kafamı hala hissedemiyorum’ eseri XXX mixtape’ini dinlemenizi öneririm. Kendisine rock yıldızı yakıştırması yaparken kullanabileceğiniz en sağlam argüman olan bu projede sesler punk, grime, elektronik, boom bap esintilerini cartoonish denilen çizgi filmsi bir havada sergilerken, Danny Brown sonrasında imzası olmuş enteresan, pornografik ve mizah şöleni söz yazımıyla beatlerin üstünde dans ediyor ama zarif bir dans olmadığı kesin. Söz yazımı stiline verilebilecek en iyi örnek ise Monopoly şarkısının kapanışı: “And still fucking with them freak hoes / Stank pussy smelling like Cool Ranch Doritos”. Albümün genel teması ise depresyon ve uyuşturucu bağımlılığı. Albümü “Turning to these drugs, now these drugs turned my life / And it’s the downward spiral, got me suicidal / But too scared to do it so these pills will be the rifle” sözleriyle açıp “That the last ten years, I been so fucking stressed / Tears in my eyes, let me get this off my chest / The thoughts of no success got a nigga chasing death / Doing all these drugs, hope for OD’ing next, Triple X” sözleriyle kapatması da bunu tanımlar nitelikte.

Artık bölüm sonu canavarına geldik. Bir modern klasik, Danny Brown’ın yardım çığlıklarını 15 şarkıda topladığı magnum opus’u Atrocity Exhibition. Rap müzik tarihinde hiçbir albümde depresyon, akıl hastalıkları, uyuşturucu bağımlılığı ve intihar eğilimini bu kadar çıplak gözler önüne serilmemiştir. Kasvetli ve karanlık olsa da her zamanki Danny Brown enerjikliğinde olan bu albüm en az o dönemki Danny Brown’ın kafası kadar komplike. Albümün açılış sözleri dinlemeden önce bir fikir uyandırmanıza yardım edebilir: “I’m sweating like I’m in a rave / Been in this room for 3 days / Think I’m hearing voices / Paranoid and think I’m seeing ghost-es, oh shit / Phone keep ringing but I cut that shit off / Only time I use it when I tell the dealer drop it off

Bu yazıyı yazma ihtiyacımı doğuran en büyük etkense insanların Danny Brown’ı dinlemeye başlamak için Atrocity Exhibition’a balıklama dalıp bozguna uğramasıydı çünkü eğer deneysel müziğe pek de aşina değilseniz, Danny Brown’ı çok tanımıyorsanız veya mutlu bir insansanız bu albümün ilk dinlemede aşırı zorlayıcı olması çok normal. Fakat bu rehberin yardımıyla veya kendi yöntemlerinizle Danny Brown’ın enteresan artistik stiline ve Atrocity Exhibition adını verdiği modern klasiğine ve diğer muazzam işlerine aşina olmaya başladığınızda emin olun ki dinlediklerinizin etkisinde uzun bir süre kendinize gelemeyeceksiniz.