24 Temmuz 2020

Z-Raporu - 24 Temmuz

Z-Raporu, hafta boyunca kulağımıza çarpan işler üzerine yazıp çizdiğimiz bir haftalık saha raporu.

TDE | Kendrick'ten sonra kim geliyor?

Top Dawg Entertaintment, kısaca TDE, günümüzün en başarılı şirketlerinden birisi ve hip-hop tarihinde Death Row, Bad Boy, Roc-a-Fella, Cash Money gibi büyük şirketlerle beraber en iyi şirket kıyaslamalarından düşmeyeceği aşikar. 2004’de Anthony ‘Top Dawg’ Tiffith tarafından kurulan TDE, diğer şirketlerden farklı bir formülle piyasaya yaklaşıp, bünyesine kattığı sanatçıları bir aile ortamında futbol kulübü altyapısı gibi sıfırdan yetiştirerek hip-hop’a bir çok yıldız kattı ve bugün şirket olarak geldiği yere ulaşabildi. İlk olarak 2004’de ilk sanatçısı Jay Rock’u bünyesine katan TDE, Jay Rock sayesinde de Warner Bros ile ilk büyük ortaklığını gerçekleştirdi. Rock’dan bir sene sonra 2005’te Kendrick Lamar’ı bünyesine katan Top Dawg, Kendrick’in good kid, m.A.A.d city’si içinse 2012’de Aftermath ve Interscope ile bir ortaklık imzalayarak hip-hop camiasının hatrı sayılır şirketleriyle rekabetine başladı. 2007’de Ab-Soul, 2009’da da ScHoolboy Q’yu bünyesine katıp Black Hippy’i oluşturan TDE, tarihte uzun süre konuşulacak birinci nesil kadrosunu kurdu. TDE ikinci nesil için 2013’te SZA ve Isaiah Rashad’ı, günümüzdeki kadrosu içinse 2016-2019 yılları arasında sırayla Lance Skiiiwalker, SiR, REASON ve Zacari’yi bünyesine ekledi.

Peki TDE’nin en iyisi kim? Bunun cevabını arıyor olsaydık yazı muhtemelen iki cümle sonra biterdi çünkü kolay bir soru ve cevabı Kendrick Lamar. Kendrick Lamar, TDE çatısı altında good kid, m.A.A.d city ve To Pimp A Butterfly olmak üzere iki adet çıktığı tarihte listelerin zirvesine çıkmış modern klasik, Section.80 ve DAMN. olmak üzereyse iki adet muazzam albüm yayınladı. Üst düzey söz yazarlığı, kaliteli içeriği, beat seçimleri, ağızları açık bırakan tekniği, sayısız platin plak, sayısız hit ve rekor albüm satışlarıyla Kendrick Lamar şuan dünyanın en iyisi değilse, ki çoğunluğa göre öyle, en iyi rap sanatçılarından biri. Bu yazıda cevabı aranan soru ise, Kendrick en iyi TDE üyesiyse, en iyi ikincisi kim?

R&B sanatçılarını ve REASON’ı, böyle bir kadronun yanına nasıl yakıştırılıyor anlamıyorum, bir kenara koyarsak dört adayımız var. Ab-Soul, ScHoolboy Q, Jay Rock ve Isaiah Rashad. Bir sanatçının kritiğini yaparken ilk baktığım parametre diskografi, öyleyse diskografilerden başlayalım. Cilvia Demo ve The Sun’s Tirade olmak üzere sadece iki albümü bulunan Isaiah Rashad ikisinde de ıskalamıyor. Ab-Soul’un Control System ve Do What Thou Wilt. olmak üzere iki yüksek noktası olsa da Longterm Mentality ve These Days… o noktaları aşağı sürüklüyor. ScHoolboy Q içinse Oxymoron ve Blank Face LP iki inanılmaz albümken Habits & Contradictions ve CrasH Talk etkisiz eleman görevini oynuyor ve Setbacks ise diskografisinin şanını zedeliyor. Son olarak Jay Rock’ın 90059 ve Redemption olmak üzere iki iyi denilebilecek albümü varken Follow Me Home TDE’nin ilk büyük ortaklığına yol açmak dışında Jay Rock diskografisi için pek bir şey ifade etmiyor. Bu dörtlünün diskografisiden 5 albüm seçecek olsam sırasıyla Blank Face LP, Oxymoron, The Sun’s Tirade, Control System ve Cilvia Demo olurdu. Bu yüzden albümler ve diskografilerde ScHoolboy Q ve Isaiah Rashad bir adım önde.


Şarkıları, aktarım tarzları ve oluşturdukları genel vibe hakkında konuşmak gerekirse, ScHoolboy Q geleneksel batı yakası sesleri, ve bazen trap, ile harmanladığı gangster marşlarını ve parti müziklerini ses tellerini çatlata çatlata agresif ve karizmatik bir şekilde aktarırken, Jay Rock müziğini aynı ve hatta daha fazla sertlikle motivasyon müziği diyebileceğimiz türde şarkılarla ve spor salonunda işinize gelebilecek bir enerjiyle aktarıyor. Tabii ki o da bir batı yakası çocuğu ve sokaklardan geliyor, her ne kadar son albümü Redemption’da trap seslerine bol bol rastlasak da o da geleneksel batı yakası elementlerini kullanmaktan vazgeçmiyor. Ab-Soul da Kendrick Lamar, Q ve Rock gibi TDE’nin modern batı yakası sesini inşa etmesine yardım etse de bu dörtlü arasında sokak geçmişi olmayan tek isim o. Elbette bu aktarım stiline de yansıyor, diğer isimlere göre rap yaparken daha az sert ve alaycı bir aktarımı var. Son olarak Isaiah Rashad’da durum biraz farklı. Rashad, TDE’nin ilk California’lı olmayan rapçisi. Tennessee’li isim Ab-Soul, Q veya Jay Rock’tan daha farklı bir müzikal anlayışa sahip. Daha sakin, buram buram jazz kokan ve günümüz Chicago rap sahnesindekilere çok benzeyen altyapıların üzerine mellow olarak adlandırılan sakin, tatlı ve hafif uyuşuk aktarımıyla dinleyicilerine bir yaz akşamında saçları okşayan rüzgar vari bir dinleme deneyimi ya&atıyor. Burayı toparlamak gerekirse bana sorarsanız flow kalitesi ve çeşitliliği konusunda ScHoolboy Q, aktarım stilinde Jay Rock ve yaratılan vibe konusunda Isaiah Rashad öne çıkıyor.

Şu ana kadar Ab-Soul övmek nasip olmadı. Ama şimdi parlama sırası Top Dawg Under Dawg Ab-Soul’da. Bu dörtlü içerisinde şüphesiz en iyi söz yazarı kendisi. Akıl dolu kelime oyunları, kafiye düzenleri ve diğerlerine nazaran özgün ve kaliteli içeriğiyle Ab-Soul’a en azından bunu vermek gerekiyor. Ayrıca kendisi Kendrick Lamar’dan sonra TDE’nin en sivri dilli ve politik ismi. Diğer isimlere gelirsek, birbirlerinden pek de bir farkları olmadığını söylemek gerekli. Zaten ScHoolboy Q, kimi zaman harika sokak hikayeleriyle karşımıza çıksa da yazmayı pek sevmeyen ve hatta daha az yazmak için Black Hippy’nin kurulma fikrini ortaya atan isim. Ab-Soul en iyi yazar dedik ama, kendisinin Chance the Rapper’ın Smoke Again Şarkısındaki “Let me put my mouth where you potty, boo” sözlerini asla affedemeyeceğim.


Son olarak, kaliteyi belirlemede diğerleri kadar önemli olmasa da popülarite ve satışlara da değinmek gerekli. TDE’nin Kendrick Lamar veya SZA dışında tek platin plak ödüllü albüm sahibi ismi Oxymoron albümüyle ScHoolboy Q. Ayrıca Blank Face LP albümü de altın plak ödüllü. THat Part, Man of the Year, Collard Greens ve Studio isimli single’larının her biri ise ikişer platin plak ödülüne sahip. Kalan isimlerden Ab-Soul ve Isaiah Rashad’ın herhangi bir albüm veya single için bir ödülü yokken Jay Rock’a tek platin plağını ve Grammy ödülünü kazandıran şarkı King’s Dead. TDE diskografisinde Amerika Birleşik Devletleri’nde tüm türler arasında listede bir numarayı görmüş üç adet albüm var. İlk başaran ScHoolboy Q ve Oxymoron albümü, sonrasında da To Pimp a Butterfly ve DAMN. Tüm bu istatiklere göre rahatça bu savaşı da ScHoolboy Q’nun kazandığı söyleyebiliriz.


TDE’nin Kendrick Lamar’dan sonra en iyi ismi bu yazıyı yazmadan önce bir türlü emin olamadığım biriydi. Vermesi zor bir karar olduğunu söylemem gerekli çünkü günümüz şirketlerinde öne çıkan bir yıldız ve onu destekleyen iyi, ortalama rapçiler formülü TDE’de yok. Herkes elit düzeyde. SZA bile bir rap şirketi bünyesindeyken kendi kulvarı R&B ve neo-soul’da yıldız nitelikleri taşıyor. Fakat artık bir isim söylemek gerekirse benim için bu isim ScHoolboy Q. Kalan sıralamam ise Isaiah Rashad, Ab-Soul ve Jay Rock olarak devam ediyor. Umarım bu yazı sizin karar vermenizde de yardımcı olmuştur. Okuduğunuz için teşekkürler!

20 Temmuz 2020

Jay Electronica Mitolojisi: Rap'in Büyük Sihirbazlık Gösterisi

” Her sihirbazlık numarası üç bölüm ya da perdeden oluşur. Birincisi “Vaat” bölümüdür. Sihirbaz size sıradan bir şey gösterir. İskambil destesi, bir kuş ya da bir insan. Bu nesneyi size gösterir. Son derece gerçek, üzerinde oynanmamış, normal bir şey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. Fakat gerçek, farklı olabilir. İkinci perdeye “Dönüşüm” denir. Sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür. Hilenin sırrını arıyorsunuz ama bulamazsınız çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Siz sırrı bilmek değil kandırılmak istiyorsunuz. Henüz alkışlamazsınız, çünkü bir şeyi yok etmek yeterli değildir. Onu geri getirmeniz gerekir. İşte bu yüzden her sihirbazlık numarasında üçüncü bir perde bulunur. İçlerinde en zorlusu. Bizlerin deyişiyle “Prestij“.

-Michael Caine, The Prestige, yön. Christopher Nolan, 2006

15 Temmuz 2020

ZAMANI GELDİ | Kadınların Hip-Hop'taki Yerini Konuşalım mı?

Şüphesiz bugüne kadar hip-hop tarihi, çıkışı, geldiği nokta hakkında sayısız şeyler yazıldı ve hala yazılmaya devam ediyor. Peki bu tarihi anlatırken kaçırdığımız bir nokta yok mu? Elbette var. O da kadınların hip-hop tarihindeki yeri ve önemi. Özellikle hip-hop’ın endüstriyelleşme dönemini göz önüne alırsak kadınların sadece cast’tan ibaret olması, cinsiyetçi sözler, şiddet unsurları vb. konular kadınların kendi hikayelerini anlatmada büyük ölçüde göz ardı edilmesine yol açtı. Fakat hip-hop’ın ilk zamanlarına bakacak olursak kadınlar da en az erkek MC’ler kadar bu türün biyolojisini oluşturuyordu. Gündemleri erkek MC’lerden farklı değildi; ayrımcılık, şiddet, ırkçılık, sınıfsal sorunlar şarkılarının ana temasıydı. Bahsettiğimiz kadın MC’lere birkaç örnek verebiliriz.

Sha Rock

Mc Sha Rock ilk solo kadın rapçi olarak biliniyor. Funky, Four Plus One grubundaki tek kadın ve bu yüzden ‘plus one‘ olarak adlandırılıyor. Aslında bu durum da kadınlara uygulanan ayrımcılığın en güçlü kanıtlarından biri olarak görülebilir. Funky, Four dağıldığında Us Girls grubuna dahil oluyor.

Roxanne Shante ise ilk battle rap kaydını alan rapçi olma özelliğini taşıyor. Bu kaydı henüz 14 yaşında alması da ayrı bir önemli nokta. Bkz: Roxanne’s Revenge. Roxanne’in sert ve eleştirel dili birçok kadın MC’ye daha yol açmıştır.

80’lerin sonunda erkeklerin tahtını sallamaya niyetli bir başka kadın ise Mc Lyte. Mc Lyte sadece tahtı sallamadı, aynı zamanda bütün kaleyi yeniden inşa etti de denebilir. Milyonlarca single ve albüm satan ilk kadın MC olmasının yanı sıra hip-hop’ın o dönem parti havasından çıkıp sosyal konulara eğilmesine önemli katkı sundu ve şarkılarının genel teması ırkçılık, seksizim, uyuşturucu problemleriydi. Lyte aynı zamanda Grammy’ye aday olan ilk kadın rap sanatçısı.. Roxanne gibi Lyte de birçok kadına yol açtı elbette. Bu kadınlardan bazıları Queen Latifah ve ilk kadın rap grubu olan Salt N Peppa. Salt N Peppa‘nın diğer kadın MC ve gruplardan farkı ise cinsel problemleri ve kadınlığı daha ön plana çıkararak şarkılarını bu konular üzerinden üretmesi.

Salt N Peppa


90’ların ortasında Lil Kim‘in ve onun tarzının sayesinde artık sosyal konulardan uzaklaşan kadınlar, parçalarında cinsel kimliklerini ön plana çıkarmaya başladılar. Sosyal konulardan uzaklaşmaları kendilerinden önceki kadın MC’lere ihanet gibi düşünülebilir fakat yaşadıkları nesnel koşullar ve zaman göz önüne alındığında şarkılarını tıpkı kendilerinden önceki kadınlar gibi bir başkaldırı unsuru olarak görebiliriz. Kadınları hala cast anlayışından çıkaramayan ve hemen hemen her parçada kadınları aşağılayan sözlere yer veren erkek MC’lerin olduğu bir piyasada, kadınların kendi kimliklerini ön plana çıkarmak istemesi ve bunun üzerinde şarkılar üretmesi elbette doğal karşılanmalıdır.

Günümüze yaklaşacak olursak ülkemizde ve yurt dışında hala bu anlayışın hakim olduğunu hatta daha da arttığını söylemek hiç de yanlış sayılmaz. Erkek MC’ler parçalarındaki bu cinsiyetçi unsurları barındırmaya devam ettikçe kadın MC’lerden aksi bir tutum beklenmesi söz konusu olamaz. Neyse ki yıllardır süren bu savaşta artık kadınlar daha güçlü. Gerek medya anlayışının değişmesi gerek de hip-hop’ın bu kadar yaygınlaşması kadınların elini bu alanda güçlendirdi. (Bu durumun pozitif olduğu kadar negatif yanları da mevcut ve bambaşka bir yazı konusu olarak ele alınabilir.) Fakat Türkiye özneline dönersek demin bahsettiğimiz faydaların birçoğunu göremiyoruz. Ülkemizin en çok tanınan kadın MC’si Ayben’in yıllarca Ceza’nın kardeşi olarak tanınması ve lanse edilmesi, kadın sanatçıları ortak playlist’lere almak yerine onlar için ayrı playlist oluşturmaları bu ayrımın örneklerinden sadece birkaçıdır. Hip-hop piyasasına hatırlatmakta fayda var ki; kadın MC’ler sizin kliplerinizde bir cast ögesi değildir. Yaptıkları müzik ve çabaları göz önüne alındığında birçok erkek MC’den daha başarılı olduklarını görmek zor değil. Hiçbir kadın sanatçının medyanızın pozitif ayrımcılığına ihtiyacı yok. Müziklerine hak ettikleri ilginin verilmesi yeterli.

13 Temmuz 2020

Mac Miller, XXXTENTACION, Pop Smoke; Posthumous Albümler

Tarihte birçok farklı sanat dalından birçok sanatçının değeri maalesef ancak ölümlerinden sonra anlaşılmıştır. Vincent Van Gogh hayattayken sadece bir tablo satmış, Franz Kafka hayattayken hiçbir yayımevi ona ciddiye alıp onunla çalışmamış ve Bach’ın 18. Yüzyılda ölümünden önce bestelediği eserleri 19. Yüzyıla kadar büyük ünlerine ulaşamamışlardır. Günümüzde 21. Yüzyılın en büyük müzik türü Hip-Hop’ta ise bu örnekler ne yazık ki çok fazla ve bitecek gibi de değil.

Posthumous Albümler
Hip-Hop içinde ve dışında bir çok Posthumous albüm var.


Hip-Hop’un popülerleşmesiyle ve günümüz streaming çağının getirdikleriyle beraber geçtiğimiz birkaç yılda piyasa yoğunluğu arttı, Soundcloud ve internet rapçileri teker teker ünlü olmaya başladı ve yeni alt janralar türedi. Ortada bu kadar fazla genç ve yeni isim varken, hem rap müziğin evrildiği trap müzik ve hayat stilinden hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın çete ve silah şiddetinden dolayı birçok kayıp olsa da, bazıları hayranlarını gerçekten derinden yaralayan türdendi. Peki kimisi şöhreti yeni yakalamış, kimisinin uzun süre kıymeti bilinmemiş veya kimisi sadece ölümüyle isim yapmış bu isimlerin ölümlerinden sonrası nasıl oldu? Kısa hayatlarında bıraktıkları mirasa kim nasıl sahip çıktı? Ölümlerinden sonra yakaladıkları ün ile geride kalanlar nasıl hareket etti?


Franz Kafka’nın hikayesinde Kafka ölmeden önce vasiyetinde tüm eserlerinin yakılmasını istese de bunu istediği dostu ölümünden sonra hiçbirini yakmayıp bir basımeviyle anlaşıp tüm eserlerini bastırıyor ve tüm dünya çapında bir üne ulaştırıyor kendisini. Acaba son yıllarda kaybettiğimiz rapçilerimizin arkada kalan dostları, ailesi veya müziğinde hak payı olan insanlar Franz Kafka’nın dostu kadar başarılı oldu mu? Verilebilecek en iyi örnek Mac Miller’ın Circles’ı.

Posthumous Albümler

2018’in Eylül ayında henüz son albümü Swimming’i çıkartalı bir ay olmuş ve tur planlarına bile başlamış Mac Miller’ı kaybettik. Swimming yapım sürecinde ve sonrasındaki süreçte Swimming’in devamı yapmak üzere üzerinde çalıştığı bir sonraki albümü Circles’ın yapımını ise, Swimming’te ve özellikle Circles’ta beraber çalıştığı müzisyen Jon Brion üstlendi. Yaklaşık bir buçuk yıllık bir süreçte oturup Mac Miller’ın tüm kayıtlarını dinleyen, üzerlerinden geçen, seçtiği kayıtları olabilecek en uygun altyapılarla Mac’le de ölmeden önce konuştukları şekilde eşleştiren Jon Brion ortaya çok iyi bir iş çıkarttı. Mac Miller’ın ölümünden sonra Swimming’in Grammy ödüllerinde en iyi rap albümü kategorisinde aday olması 2018’deki albümleri düşündüğümüzde sadece kendisini ve kariyerini anmak için yapılmış bir hareket diyebiliriz fakat eğer 2021’de Grammy’lerde Circles’ı görürsek bu tamamen beraber çalıştığı Mac’in mirasına gözü gibi bakan Jon Brion’un sayesindedir. Belki de bir daha bir Mac Miller albümü dinleyemeyeceğiz fakat dinlediğimiz son albümünün güzel ve duygu dolu bir albüm olması her zaman takdir edilecek.


Başarılılardan devam etmek gerekirse, aradığımız albüm çok uzakta değil. Bu ayın başında çıkmış Shoot for the Stars, Aim for the Moon, 2020’nin Şubat’ında kaybettiğimiz Pop Smoke’un hayattayken tamamlayamadığı albümü. Pop Smoke’un Drill’i tekrar ana akımda dirilttiği, listeleri, partileri kasıp kavurduğu ve piyasanın ağır başlarıyla çalışmaya kadar adını duyurduğu macerası yalnızca birkaç ay sürmüştü ve sadece 20 yaşındaydı. Bu kadar kısa zamanda bu kadar fazla kilometre taşına ulaşmış Pop Smoke’un ölümü sevenlerini derinden sarsmışken 50 Cent bir açıklama yaptı ve Pop Smoke’un albümünü yapımcılığını üstlenip tamamlayacağını müjdeledi. Shoot for the Stars, Aim for the Moon sonunda dinleyicilerine kavuştu ve öncelikle özenilmiş bir iş olduğunu söylemek gerekli. 50 Cent namına yakışanı yapıp kimseyi hayal kırıklığına uğratmamış. Pop Smoke yaşasaydı da buna yakın bir albüm alırdık dedirtmiş ve halihazırda albümde bulunan konuk sanatçılara kendisi de ekleme yaparken her şarkıda doğru şarkıya doğru insanı yerleştirmeyi başarmış. Hatta kendisi de Roddy Ricch’i davet ettiği The Woo’ya bir verse girmiş. The Woo’nun yaz ve aşk şarkısı havası albümün büyük bi kısmında ağır basmış, tıpkı Pop Smoke’un hayatını kaybetmeden önce yeni tarzlar deneyeceğini belirttiği gibi. Shoot for the Stars, Aim for the Moon ile Circles arasındaki en büyük fark ise şöyle: Pop Smoke albümünü tamamlamaya çok yakınken hayatını kaybediyor ve 50 Cent güzel son dokunuşlar yapıyor, Mac Miller’ın Circles’ı ise bitmeye çok uzak bir durumda Jon Brion’ın eline düşüyor ve Jon Brion Mac’in sesi hariç her şeyi baştan Mac’in istediği gibi inşa ediyor.

Posthumous Albümler


Posthumous albümlerde doğru yapılan şeyleri yazıp hataları yazmamak olmaz. 50 Cent son dokunuşları yapıp Pop Smoke’un mirasına saygısını eksik etmiyor, Jon Brion belki de hiç dinleyemeyeceğimiz bir Mac albümünü sıfırdan inşa edip Mac, ailesi ve tüm hayranlarına bir hediye veriyor. Peki 2018’de kaybettiğimiz XXXTENTACION’un mirasına ne oldu?
Soundcloud rapçilerinin üretim konusunda arılardan pek bir farklarının olmadığını çok iyi biliyoruz. Soundcloud akımından çıkan belki de en büyük isim olan -ki bunda en büyük faktör ölüm sonrası şöhret- XXXTENTACION da hayatını kaybederken geriye verseler ve nakaratlardan oluşan koca bir yayınlanmamış müzik koleksiyonu bırakmıştı ki Mac ve Pop Smoke’un geriye bıraktıklarına nazaran hayli hayli dolu bir koleksiyon.

Tek farkı şu ki maalesef bu birikmiş müzik yanlış insanların eline düştü. XXXTENTACION’un ölümünden sonra hak sahipleri kendisi adına iki adet albüm ve hayattayken çıkarttığı son albümü “?” için bir deluxe versiyon çıkarttı. Ölümünden birkaç ay sonra şirket ve ailenin paraya ihtiyacı olduğunu kanıtlar acelede ve özensizlikte çıkan SKINS, bu vokallerin gelişigüzel yerleştirildiği başarısız bir metal, rap, screamo füzyonuydu. Üstüne sanki başarılıymış gibi kötü bir Kanye West verseünü saymazsak solo albüm olarak sunuldu. En azından dinleyicinin kulağını kabartıp albümün değerini yükseltecek birkaç konuğa ihtiyacı vardı. Tipik bir dinleyiciye bir kereden fazla dinleme isteği uyandırmaması bir yana, en koyu hayranlarını bile yüzüstü bırakan bir posthumous albüm oldu.
Neredeyse tam bir yıl sonrasında 2019’un sonunda çıkan Bad Vibes Forever ise ölümünden sonra satışları ve ününü katlayarak arttırmış ve kendine büyük bir kitle kurmuş XXXTENTACION’un ismine ve mirasına kendi ailesi ve şirketi tarafından açık açık yapılmış bir saldırı ve sömürüydü. Bu kadar sert konuşmak gerekiyor çünkü ilk denemede müzik olarak başarısız olunmasına rağmen bir yıl sonra aynı kötülükte bir çıktı elde ediliyorsa, bu albümlerin yapımındaki tek kaygı para. Bad Vibes Forever, yolda birbirini görse selam vermeyi geç birbirlerine tekme tokat saldıracak altyapı ve vokallerin silah zoruyla bir araya gelmesinden oluşan bir albüm. Konuklar, altyapılar, kullanılan vokaller yani kısaca hiçbir şey rayında değil Bad Vibes Forever’da. “?” deluxe versiyona girmeye gerek bile yok çünkü mevcut şarkıların enstrümentalleri, birkaç remix ve düz ses kayıtları dışında hiçbir şey yok, birkaç stream ücreti için ölümünden sonra bu kadar büyümüş bir ismin mirasını kirletmeye değecek bir hareket değil.


Sonuç olarak bir posthumous albümden, özellikle ölümüyle şöhreti yakalamış veya olan ününü katlamış bir insanın posthumous albümünden beklenecek öncelikli tek bir şey var, ölüye saygı. Mac Miller ve Pop Smoke’un yapımcıları, şirketi ve aileleri bunu başardı. Biggie Smalls’un ölmeden önce zaten hazır olan Ready to Die’ına kimse satış kaygısıyla dokunmadı. Big L’in posthumous albümü The Big Picture hala kendisinin ismiyle birlikte yaşıyor. Fakat XXXTENTACION gibi isimlerin posthumous albümleri hayattayken veya ölümleriyle inşa ettikleri tüm güvenilirliği ve ismi zedeledi ve tek sebebi geriye bıraktıkları hazine değerindeki müzik birikimlerinin yanlış ellere, sanata saygısı olmayan insanlara düşmesi.