16 Aralık 2021

"Yeni Çıkanlar Gecesi" Müzik dünyasının seks işçiliğidir.

 Selamlar ben Cenk, burası Şehir ve Ritim. Bugün günlerden Perşembe ve yeni çıkanlar gecesi son hızıyla yaklaşıyor. Bilmeyenler için ufak bir açıklama, Spotify'ın Listeleri Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece güncellendiği için bir çok Sanatçı şarkılarını bu geceye zamanlıyor, yeni güncellenen “Playlist"lerde yukarıları hedefliyor ve Algoritma savaşında öne geçmeye çabalıyor

Hayatımızdan mutsuz olan bizler, aslen o denli mana bulunmayan bir çok basit şeye anlamlar yükler, onları yüceltir ve toplumsal bir histeriyle birbirimize bulaştırırız. “Yeni Çıkanlar Gecesi” çılgınlığı da birey tarafında biraz böyledir, uykumuzdan feragat etmemiz gereken - beklememiz gereken - düzenli takip etmemiz gereken bir şey değildir aslında. Peki ama neden böyle bir yarış var?


Birey tarafının yanında, sosyal medya üzerinde oluşan Yeni “Müzik” medyası bu haftalık beklentiyi ve beklenti trenini bir “tık alma”, “izlenme”, “dinlenme”, “konuşulma” aracına çevirir, günün sonunda Instagram hesapları, Plak Şirketleri, Sanatçılar (bir kısmı) bu şekilde ekstra bir gelir elde etmeye çalışıyor (maddi veya manevi bir gelir)

Yani, bireyin kendi rahatını bozduğu, psikolojik yatırım yaptığı bu gecenin tek olayı Sermaye'nin riski minimuma indirme çabasının bir göstergesi

Bugün kendi ihtiyaçlarımız için değil sermaye için çalışıyoruz. Sermaye, bizim yanlış bir şekilde kendi ihtiyaçlarımız olarak algıladığımız, kendi ihtiyaçlarını üretiyor. - Psikopolitika - Byung-Chul Han
Rap müzik ekseninde süregelen “Tarz” tartışması, değerli bir tartışma olsa da, tartışmanın bir tarafında olan - karşı tarafı sürekli “dejenere” olmak ile suçlayan, rap müziğe gökten inmeci bir şekil çizmeye çalışan “boom-bap” rapçileri, günün sonunda aynı sistemi besliyor, aynı koşu bandına çıkıyor. Günümüz sistemini suçlayan, eleştirmekten geri kalmayan herkes günün sonunda aynı sistemin başka bir çarkına “gönüllü” şekilde hizmet ediyor, bu noktada “sen cafcaflı ayakkabı giyiyorsun! dejenere pzvnk!” oldukça havada, geri dönüp bakınca da keyifsiz bir duruş olarak görünüyor. Trap soundunu ayrıştırıcı, dejenere, hatalı buluyorsak - onu besleyen sistemi de hedef almalıyız, yanında olup bu eleştirileri yapmak ne kadar doğru - tartışılmalı.

Neoliberal çağ, insanı “isteği” ile köleleştiriyor, bu noktada başarı “sistem"e aitken (zira serbest piyasa dinamikleri kişiye gerçekten çok fazla imkan sunmaktadır), başarısızlık durumunda tüm suç bireyin oluyor - "yeterince çalışsaydın…” / “çalışsaydım…” çünkü başarısızlık, sistemi doğrudan doğruya tehlikeye sokacak, sorgulanmasının önünü açacaktır.

Günün sonunda Spotify ve onun belirlediği statükoya (yeni çıkanlar, wrapped, listeler ve nicesi) yüklenen bireysel ve kamusal anlam bundan ibaret. Herkes, gönüllü bir şekilde bu “şirketlerarası müzik” içerisinde. Başarılı olanlar “eleştirenleri” aşağılıyor (“Oyunu kuralına göre oynayın”), Başarısız olanlar ise doğru hedef dışındaki her yeri hedefliyor.


İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı. Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı. -Malcolm X

Keyifli bir yazı


Vox'tan Kelly Pau'nun yazısı, yakın zamanda en çok hoşuma giden çalışmalardan biriydi. Spotify'ın aslında bizi ne denli takip / analiz ettiğini, elinde ne kadar datamız olduğunu göstermesine rağmen bayılarak bunu paylaşmamız üzerine güzel çıkarımlara sahipti. Elbette bir noktada Spotify'ın başarısı bu datayı pazarlayabilmek, zira “müzik zevki” gösterilmek istenen bir çeşit “görünmez aksesuar”, ancak bu datayı hiç sorgulamıyor oluşumuz üzerine konuşulması gereken bir gerçek.

Consumers increasingly understand that how they use an app influences the type of content they see, creating a digital double consciousness, where “we realize we’re a digital construction,” but we also realize that “a digital construction is connected to who we think we are,”
“Tüketiciler gün geçtikçe bir uygulamanın tükettikleri içeriği nasıl etkilediğini görebilir hale geliyor ve adeta kendilerine dijital bir bilinç daha yaratıyorlar, bu sayede fark ediyoruz ki bir noktada dijital "yapım” haline gelebiliyoruz. ancak aynı zamanda başka bir gerçeği daha farkediyoruz “kim olduğumuzu zannediyorsak, dijital olarak onu yaratıyoruz”

Bir albüm

Ice Cube'un Death Certificate'i İstanbul yolunda tekrar dinlediğim bir işti. Pitchfork incelemesinin bir kısmını çevirdim

“Ice Cube, 1989'un sonlarında telif anlaşmazlığı yüzünden NWA'dan ayrıldı; Cube, ekibin en "entelektüel” görünen gücü ve lirisist kalemiydi ancak bu title “Dünyanın en tehlikeli grubu”nun tek albümle dağılmasından sonra kayboldu. Cube'un “Fuck the Police” şarkısındaki sözleri, FBI'dan resmi bir cevap almasını tetiklemişti, ancak Straight Outta Compton platin statüsüne doğru hızla ilerlerken Cube hala ailesiyle beraber aynı evde yaşıyordu, 20 yaşındaydı ve grubun şirketi Ruthless Records'u yöneten Eazy-E ve Jerry Heller'a güvenmediği için 75.000 dolarlık bir çeki geri çevirmişti. İki yıl sonra, Death Certificate'in yayınlanmasıyla, dünyanın en büyük ve en tartışmalı rapçisi olacaktı.
Cube'un 1989 sonunda NWA'den ayrılması ile 1991'in sonlarında Death Certificate'in piyasaya sürülmesi arasındaki iki yıl boyunca, Rap müzik; Pop ve Punk'tan ilham alarak, ancak aynı anda büyük bir aceleyle büyümeye devam etti. LL Cool J, MC Hammer, Vanilla Ice, Kid ‘N Play, DJ Jazzy Jeff and the Fresh Prince ve Digital Underground gibi crossover grupları Rap müziği listelerin zirvesine ve banliyölerin kalbine taşırken, Güney California gangsta rap'i NWA'nın ardından, Beyond the Law, Compton’s Most Wanted ve Cypress Hill ile kalabalıklaşmaya devam etti. Doğu Yakasında, Milliyetçi hitabet ve keskin medya eleştirileri, 1990'larda Fear of a Black Planet gibi albümlerle devam etti. Geto Boys, vizyonlarını Hot 100 Single listesine taşırken, ülke çapında bölgesel rap sahneleri şekillendi.
Rap bu iki yıllık süre boyunca gelişmeye ve mutasyona uğramaya devam ederken, hem iç hem de dış güçler ondan kültürel ve ekonomik bir güç yaratmak için çalıştı. 1991'e gelindiğinde, hızla endüstrileşen tür kendi medya organını üretti, The Source - bir dinleyici uslubuyla Rap'i ele alan ilk dergi ve ülke çapındaki farklı Rapçileri birbirine bağlayan merkezi bir meydan oldu. Boston'dan New York'a taşınan dergi, o süreçten sonra 7 figürlü reklam gelirlerine ulaşmaya başlamıştı bile. Mart 1991'de rap, farklı (ve belki de daha önemli hale gelecek) bir şekilde meşrulaştırıldı: Billboard, liste kriterlerinde radikal (ve gecikmiş) bir değişikliği açıkladı. Yeni SoundScan sistemi, satışları belirlemek için birçok bağımsız ve “kentsel” satış noktasının verilerini yok sayan perakendeciler tarafından bildirilen satış numaralarına güvenmek yerine, satışları belirlemek için gerçek barkod verilerini kullandı. Rap'in etkisi hemen hissedildi: NWA'nın bağımsız olarak dağıtılan N4Life'ı, ikinci haftasında zirveye çıkmadan hemen önce, Billboard Top 200 listesine Paula Abdul'un Spellbound'unun arkasından 2. sıradan giriş yaptı. Altı ay sonra, Label Priority'nin pazarlama için 18.000 $ harcadığı ve Top 40'ta hiçbir teklisi olmayan Death Certificate, Hammer'ın dördüncü albümü Too Legit to Quit'i (Capitol promosyona bir milyon dolar harcadı) geride bıraktı. Gangsta rap kazanmıştı.

Death Certificate belki de Cube'un en önemli albümü değil. Mayıs 1990'daki “Amerikkka’s Most Wanted” albümü daha rafine ve 1992'de LA isyanından sonra yayınlanan The Predator albümünün sesi çok ama çok daha yüksek. Death Certificate, Ice Cube'un en önemli albümü (değilse de en iyi albümü diyebiliriz) ve Rap müzik tarihinin en önemli işlerinden biri. Cube'un 1991 yazında Boyz N the Hood'da gözü dönmüş “Doughboy” rolünden birkaç ay sonra çıkan “Boyz in the Hood” ve single “Steady Mobbin” ile beraber, Death Certificate daha önceleri sadece bir kaç albüme karşı oluşan bir hype ile bekleniyordu. LAPD içerisindeki bir “polis çetesinin” siyahi bir sürücüye saldırdığını gösteren videonun üzerinden altı ay geçmişti ve dava bir altı ay daha sonra başlayacaktı. Bir milyon adet Death Certificate basıldı ve raflara geldikten sadece iki ay sonra platin sertifika aldı. King videosunun gölgesinde, Güney Los Angeles'ta siyah vatandaşları ile polis arasındaki gerilim her zamankinden daha yüksekken, Cube'a yönelik beklenti yüksekti. 

1991'de hızla eskiyen vinil formatına bir selam veren Cube, albümü “Ölüm Tarafı” (“bugün bulunduğumuz yerin ayna görüntüsü”) ve “Yaşam Tarafı” (“ihtiyacımız olan yerin vizyonu”) olarak ayırdı. Diğer rap albümleri “konsept” fikrini denemişti - De La Soul'un 1989 LP'si 3 Feet High and Rising albümü Cube'un albüme dair oldukça fikir ve esinlenme vermişti. Death Certificate, Nas ve Notorious BIG'in birkaç yıl sonra kendi ölüme sabitlenmiş konsept albümleriyle yararlanacağı rap müziğindeki kavramsal çalışmalar için kalıcı bir yol oluşturdu.

Death Certificate, Cube'un iki ana konu alanı için bir ayrıştırıcı görevi görür. “Ölüm Tarafı”, Cinsel Hastalık kliniği hakkında komik hikayeler anlatan, sıçmak için annesinin evine uğrayan, kız arkadaşının babasına en özel aktivitelerini anlatan, hatta St.Louis hapishanesine uğramasından bahseden bir kısım. “Look Who’s Burnin'” ve “Steady Mobbin'”, Cube'un rahat, ayrıntılar açısından zengin, biraz-Güney biraz-Şehirli şarkılardaki benzersiz becerisini gösteriyor - sadece melankolik “It Was a Good Day”i değil, 1995 yılındaki Friday filmini de öngörüyor bu anlatı. Ve evet, bu şarkılardan bazıları mide bulandırıyor—“Givin’ Up the Nappy Dugout”, seks işçisini aşağılama ile cinsel saldırı arasında gidip geliyor—ancak “Ölüm Tarafı"” konsepti, Cube'un radikal bir “çıkış”, "ifade” için alan açmayı amaçlıyor. Bunun otobiyografi değil, topluluğunun en kötü dürtülerinin bir yansıması olduğunu savunuyor….“