13 Eylül 2021

Retrospektif : Jay-Z - Blueprint (2001)

2011 yılında NY Times yazarı Michiko Kakutani, “Outdone by Reality” makalesinde okurlar arasında dalga dalga tepkiye yol açacak bir yargıda bulundu: “9/11 sanat dallarında depremsel bir değişikliğe yol açmadı”. Okurların savunmasına koşulacak olursa bu umursaması veya hakkında suçlama yapması epey garip bir konuydu. Her büyük olayda olduğu gibi 11 Eylül de içerik üreticilerine sonrasında üretilecek bir şey sunmuştu. Fakat en iyi şarkılar her zaman hakkında olduğunu iddia ettikleri şeyler hakkında olmuyorlar, ve spesifik bir olaya cevap niteliğinde olan sanat eserleri genellikle doğrudanlığın kelepçesinde takılı kalıyorlar. Hatta en akılda kalıcı sanat eserlerin önemli bir kısmı da spesifik bir olayın sonucunda ortaya çıktıkları için değil tesadüfi olarak onunla zamansal olarak eşleştikleri için bu kalıcılığı kazanıyorlar. Bugün anlatacağımız hikaye de onlardan biri.


Tam on yıl önce Eylül ayının Salı günü insanlar uyandı , camlarından ve çatılarından dışarı baktılar, iki uçağın Dünya Ticaret Merkezine çarpmasını izlediler. Aynı günün öğleninde müzik marketlerine gittiler, Best Buy gibi mağazalara gittiler. Hatta bu kazadan haberdar olmayanlar da başka mağazalara gittiler ve yine de The Blueprint’i aldılar. 7 gün boyunca. Kayıtlara göre tam 426 bin defa. Kuşak tanımlayacak bir dehşete tanıklık etmiş olmalarından bağımsız olarak kulaklıklarını takabiliyorlar ve Jay’i dinleyerek yenilmez hissedebiliyorlardı.
Bu takvim hatası ve sonrasında yaşananlar, 20 yıl sonrasında bile 11 Eylül saldırısını ve The Blueprint’I birbirinden ayrılmaz şekilde bağlı olarak hafızaya sokan bir durum. Hiç şüphesiz bunda da en büyük paylardan biri Jay-Z’nin kendisine ait. Bu korkunç olayı kendi albümünün hikayesine ve mitine katmak için hemen işe koyuldu. Saldırılarla aynı günde çektiği Girls, Girls, Girls klibinden ve albüm satışlarından elde ettiği gelirin önemli bir kısmını yardım çabalarına bağışladı. Albüm çıktıktan sonra iki hafta bile olmadan Manhattan’daki Hammerstein Ballroom’da bir şova başladı ve albümünün İkiz Kuleler ile aynı günde “düştüğünü” duyurdu. Sekiz ay sonra, büyüleyici bir gururla Cam’ron’un 9/11 sonrası muhalefeti üzerine kurulmuş bir yerel marşı olan “Welcome to the New York City”sinin üzerinde rap yapıyordu. The Blueprint 2’deki “The Bounce” şarkısının açılışında ise gururlu bir Jay-Z şunları söylüyordu: “Rumor has it The Blueprint classic/ Couldn’t even be stopped by Bin Laden/ So September 11th marks the era forever/ Of a revolutionary Jay Guevara”

Yanlış anlaşılmasın, albümün çıkmadan önce dahi rap literatüründe yüksek bir mertebeye erişeceği, bir klasik olacağı belliydi. Jay zaten her yıl başına ortalama bir “sıcak” albüm serisindeydi, pop hitlerinde rap yapıyordu, stadyumlarda turluyordu, ve 1996’daki çıkış albümü Reasonable Doubt’ın gösterdiği düşmancıl özgüvenden hiçbir şey kaybetmemişti. The Blueprint’ten 3 ay önce Hot 97’nin yıllık Summer Jam gösterisinde, Jay arkasında gazlamalarla Mobb Deep’e savaş açmış, unutulmayacak şekilde genç bir Prodigy’nin Michael Jackson stili dans-dersi taytlarla çekildiği bir fotoğrafını ifşa etmiş ve onu bir “balerin” olmakla suçlamıştı. AYNI gösteride Jay, Michael Jackson’ın kendisini de sahneye çıkardı- bu, daha önce görülmemiş bir rap gövde gösterisiydi.



Gelişinin hemen şafağında The Blueprint, The Source dergisinden 5 mikrofonluk bir skor aldı: bu, derginin Aquemini’dan sonraki 3 yıllık dönemde verdiği ilk tam puandı ve büyük ihtimalle saçma sapan bir yazılı medyaya dönüşmeden önce verdikleri son usturuplu tam puandı. The Source bu albümü ani bir klasik olarak değerlendirmekte yalnız değildi. The Blueprint’i haftalar önce promosyon kopyası olarak alanlar dahil dinleyen herkes çıldırdı ve hakkında, özellikle de “Takeover” hakkında susmak bilmedi. Onları kim suçlayabilir? Stankonia, Marshall Mathers LP ve Country Grammar gibi katalog tanımlayıcı ağırsıklet albümler önceki sene çıkmıştı ve her ne kadar rekabet sıkılaşsa da yıllar yılı hem müzikal hem de yaratıcı bağlamda köşeye sıkışmış bir piyasa öncüsünden böyle bir geri dönüş herkes için heyecan vericiydi.

Jay-Z/ Nas düellosu bu noktada gerekmediği kadar insan tarafından ve farklı şekillerde tartışıldı. Yine de belirtmek lazım ki, Takeover gibi bir şarkı fikri olağanüstü şekilde heyecan verici bir hikaye: New York’un en büyük rap yıldızının, patavatsızca kendini NY Kralı ilan eden bir rapçinin iki rakibine saldırması, isimler sayması ve sakince neden bu ikilinin “bir bok olmadığını” sebeplerle, neredeyse sıkılmış bir şekilde sayması. Normal bir diss parçasının aksine Takeover’da kızgınlık değil, Jay- Z’nin üzerine çökmüş bir yorgunluk vardı, söylediklerini kafalarında defalarca tekrar etmiş ve niye diğer insanların gözünde de bu kadar bariz olmadığını anlamayan bir adamın yorgunluğu. Takeover sadece daha iyi bir şarkı olmakla kalmıyor, karşılığı olan Ether’a kıyasla, tam 20 yıl sonrasının gözüyle bakınca, çok daha dahiyane bir satranç hamlesi gibi duruyor. Şöyle düşünün: hiper agresifliğin ve diss parçalarında haneye tecavüz derecesinde kişisel saldırıların neredeyse norm olduğu bir müzik türünde, rakibine neredeyse hiç direkt hitap etmeden onu rezil eden, bilimsel olgu sunarmış gibi karşısını alaya alan bir parça. 5 dakikalık bir sübliminal tweet serisi gibi resmen.
Ufak tefek alınganlıklar ve hüsranlar yıllar boyunca birikmişti ve Jay sonunda silahları çıkarmaya karar vermişti. Jay kozunu “Takeover” ile oynadı ve açtı ağzını, yumdu gözünü. Birkaç ay sonra Nas herhangi birinin tahmin edebileceğinden çok daha gözü dönmüş bir cevapla dönünce, yan hikayenin tamamı gözler önüne taşındı ve 11 Eylül’ün sonrasında gelebilecek savaş olasılıklarından insanların dikkatini aldı. Jay ve Nas herkes için o zamanı daha heyecan verici bir hale getirmişti.



Öyle heyecan vericiydi ki The Blueprint’in ilk düzgün teklisi, Jay-Z’nin o zamana kadarki en büyük hit parçası ve pop tablosunda top 10’a giren ilk şarkısı Izzo (HOVA) bile albümün reklamını yapmak ve heyecanını barındırmak konusunda bu düello ile yarışamadı. Fakat günümüzü düşününce, artık mutabakat içindeki Jay ve Nas’ı aynı şarkıda duymanın fikri bile oldukça… sıkıcı (teşekkürler DJ Khaled!). Öte yanda Izzo veya Takeover gibi parçalar tamamen farklı bir dönemin zaman kapsülünden fırlamış gibi eğlenceliler, üstelik The Blueprint onların eksikliğinde bile tüm bütünlüğüyle ihtişamlı olurdu. Özellikle Izzo’nun içten pazarlıklı ve tamamıyla formüle oturtulmuş ticari Jay-Z teklilerinden sonra yaratıcı fikirlerin fışkırması maiyetinde zekice ve şiddetli bir işi ilk defa dinlemenin hissiyatı ve tecrübesi zamana sabitlenebilecek bir şey değil.

The Blueprint, rotasını düzeltmesi gerekmeyen biri için bir rota düzeltmesiydi. Kendisi belli bir şeyi herhangi birinden daha iyi ifade ederek ve zamanının revaçta olan hangi melodisi varsa kendi kibrini pohpohlamak üzere onu bükerek bir imparatorluk kurmuştu. 90lar ortası boom bap üzerine rap yapmıştı, parlak takım elbise döneminde rap yapmıştı, Ruff Ryders Casino gümbürtüsünde rap yapmıştı, zirve dönemindeki Timbaland’in fütüristik-funk müziği üzerinde rap yapmıştı. Konfor alanı rapin tamamıydı. Jay’in bir soundu yoktu çünkü ihtiyacı da yoktu. Buna rağmen The Blueprint’te kendine bir tane buldu. Belki de sadece kendini olayla ilgili tutmaya çalışıyordu.
Bu ilgiyi tutmasa ne yapacaktı ki? Rap yapmaya başladığı andan beri emekli olmak hakkında konuşuyordu. Emeklilik onun için devamlı bir tehditti. Yeterince para da kazanmıştı, paranın getirdiği baş ağrıları ile uğraşmak istemiyordu. Teoride rap yapmak, asıl amaca ulaşma yolundaki bir araçtı, Jay Z için kendisini “hem iş adamı, hem de işletme, adamım” (simültane olarak yaptığım en iyi ve en kötü dize çevirisi) olarak tanımlama yolunda bir adımdı. The Blueprint öncesinde Jay-Z herhangi bir ölçütten bakıldığında piyasanın en güçlü rapçisiydi, milenyuma geçildiğinde bir süperstardı fakat albümleri 1996’daki şaheseri Reasonable Doubt’tan beri çok satsa bile azalan marjinal kar ile dinleyiciye yansıyor, her albümde daha fazla doldurma parça ve sahne ışığını paylaşmak için daha fazla misafir rapçi ortaya çıkıyordu. Ekim 2000’de The Dynasty albümü Jay-Z adına çıkmış gözükse de yeni yeşeren rapçiler Memphis Bleek ve Beanie Sigel 16 parçanın 11’inde mevcutlardı. Jay-Z artık sadece sıkıcı gelmiyor, kendisi de sıkılıyordu. The Blueprint’e geldiğimizde görüyoruz ki olaya daha geniş terimler ve çerçeveler ile bakan bir Shawn Carter var. Kendi sanatkarlığını dünyaya bir hediye olarak gören biri var. Söylemesi ne kadar saçma olsa dahi doğruydu, piyasanın Jay-Z’ye ihtiyacı vardı.



The Blueprint ile ilgili ünlenmiş şeylerden biri de şudur ki tüm albüm iki haftalık bir süreçte, çoğunlukla Manhattan’ın Baseline Stüdyolarında kaydedilmiştir. Önceki albümü The Dynasty: Roc La Familia’da bir grup daha önceden tanınmayan, genç, yorulmak bilmeyen yaratıcı prodüktör ile- Bink!, Kanye West, Just Blaze- ile çalışmaya başlamıştı. Bu gençler eski soul örneklerini kesiyor ve tozlu boom-bap melodilerini çevirip yoğun, sinematik giriş müziklerine çeviriyorlardı. Bu Baseline kayıt seanslarında, Jay-Z adeta bu gençleri birbirine düşürmeye çalışıyor, hepsinden alabileceğinin en iyisini almak için stüdyo saatlerini bir rekabete dönüştürüyordu. Yıllar sonra kendisi XXL’e verdiği bir demeçte ortamı şöyle betimliyordu: “Just [Blaze] kafasını uzatır ve Kanye ile benim ne yaptığımı dinlerdi, sonra oturduğu yere öfkeli şekilde dönerdi. Hani, geri dönerdi ve yumruğunu masaya vurur çalışmaya başlardı. Ve her gün böyleydi. Kıran kırana geçen bir ağırsıklet boks maçı gibiydi. Üç gün boyunca, birbirlerini dövüp dururlardı.

Rekabet meyvelerini verdi. Sonuç olarak elimizde önceki Jay-Z işlerinden çok rahatlıkla duyulabilir şekilde ayrılığını ilan etmiş bir müzikal yaklaşımın ürünü olan altyapılar ve rekabete mahal bırakmayacak şekilde hevesli rap yapan bir Jay-Z vardı. Kanye West “Takeover”, “Izzo”, “Heart Of The City (Ain’t No Love” ve “Never Change”i yaptı; Bink! “The Ruler’s Back”, “All I Need” ve “Blueprint (Momma Loves Me)” yapımını üstlendi; Just Blaze ise “Girls, Girls, Girls” , “U Don’t Know” ve “Song Cry” için prodüktör koltuğundaydı. Bu üçlü toplamda Al Green, The Doors, David Ruffin, Natalie Cole, Bobby Byrd, Bobby “Blue” Bland gibi isimlerden kesitler aldılar. Jay’in kendi gerçeğini anlatması için altına cafcaflı, lüks altyapılar hazırladılar. Trampetler üfledi. Takip eden yıllarda (yaklaşık 4-5 yıl) New York ve dışındaki şehirlerdeki her rapçi o melodilerdeki zenginliği kovaladı. Doğu Yakası rap müziği stilistik bir dönüşüme gitti ve bu dönüşümün ortasında Kanye West prodüksiyondan rapçiliğe geçme fırsatı buldu ve The College Dropout’ta ilk defa Blueprint’te flörlteştiği chipmunk soul tarzı beatlerin üzerine okuma işine girişti, sonrasında dallanan albüm yayınlama hengameleri ve politik kafa karışıklıkları malumunuz.


Bu beatler her ne kadar katmanlı veya duygusal olsalar bile, çoğu yine de sert beatlerdi denilebilir. Takeover kendi içindeki Doors sampleını öfkeli bir askeri ritim yürüyüşünün ayak seslerine dönüştürüyor, Jay’in sataşmalarını daha da güçlendiriyordu. U Don’t Know, daha sonradan Just Blaze’in imzası haline gelecek şekilde patlayıcı, insanın kulağına kulağına vuran davullarla taşınıyordu. Bir rap beati uzay istasyonu kazasına veya defibrilatör ile şok yemeye ne kadar yakın olabilirse o kadar yakındı. İşin ilginci bu beatlerin önemli bir kısmı orjinalinde başka rapçiler içint tasarlanmıştı. Heart of the City DMX içindi, Girls Girls Girls Ghostface Killah içindi, the Ruler’s Back Loon veya Black Rob için hazırlanmıştı, Jigga that N***a iste MC Lyte veya Noreaga içindi . Şimdi ise bu beatler ve parçaları herhangi bir şekilde Jay-Z dışında düşünmek mümkün değil.

Jay daha düşünceli ve içindekiler yansıtan bir hale büründüğünde bile The Blueprint gücünden bir şey kaybetmiyordu. Zaten The Blueprint’in gücü tam olarak sosyal bilinçli bir rap olmasından kaynaklanmıyor, gençlik tecrübelerinin yansımaları ve tüketim tutsaklığının zaafları hakkındaki neredeyse ruhani dizeler ile daha yeni ulusal bir felakete tanıklık etmiş zor durumda olan genç dinleyiciye seslenmekten geliyor. O noktada Jay otuzlarının ortasında, sokak ortası elden ele anlaşmalardan ve uyuşturucu dolu bagajlardan oldukça uzaklaşmış bir yaşam dönemindeydi. Belki de The Blueprint’in en büyük çıkmazı buradaydı: Jay-Z kariyerini özünde üç şey hakkında rap yaparak (ki hala yapıyor) inşa etmişti: uyuşturucu piyasası, rap piyasası, ve bunlardan biriktirilenlerin getirdiği maddi lüksler. Jay-Z bu konularda rap yapan ne ilk kişiydi ne de sonuncu olacaktı, fakat kendisi bunları rap yaparak bu kadar uzun süreli kalıcılık ve istikrarlı başarıya ulaşmış ilk kişiydi. Çoğu rap büyüğü üst üste mihenk taşı albümler bırakmışlardı miraslarında ama hiçbiri böyle geniş bir zaman aralığı boyunca oyunun tepesinde öyle böyle de olsa kalmayı başaramamıştı. Ve burada bir problem ortaya çıkıyordu. Her yıl düzenli multi-platin satan albümler çıkarıyorken ve MTV’de her 5 dakikada bir çıkıyorken hala sokaklarda piyasaya olan saf ve doyumsuz sevgiden dolayı uyuşturucu satmaya devam edebiliyor olma düşüncesi aptalcaydı. Blueprint öncesinde bu paradoks gittikçe kötüye gidiyordu: gelişmekte olan medya patronu ve ana akımın gözbebeği bir adam nasıl hala sefalet ve gençliğe özgü kural çiğnemeye dayanan bir kimliğe tutunuyordu? The Blueprint bu sorunu uyuşturucu ticaretinin yeraltı ekonomisi ile müzik piyasasında yıldız olmanın epey bariz yer üstünde olan ekonomisi arasında cüretkar ve baş döndüren bir mecazi bir köprü inşa ederek çözdü. Jay’in sokak piyasasındaki “oyuncu” geçmişini ve müzikal geçmişini uzlaştırarak kendisini siyah kültüründe daha büyük bir geleneğe konuşlandırmasını sağladı. Siyah maskülenliğinin vazgeçilmez parçaları olarak düşünülen meydan okumacılık, korkusuzluk ve hırs tamamı ile The Blueprint’te mevcuttu, sadece kılık kıyafet değiştirmişti. Kişisel çöküşünü tekrar stilize ederek düzen bozucu bir dirence dönüştürmüştü. Crack kokain satıcılığının dalavereleri artık global bir rap süperstarlığının dolandırıcılıklarına taşınmıştı . Bunun yanı sıra, The Blueprint’in nispeten düşük profilli parçaları yüksek profillilerin ukalalığına taban tabana zıt bir kırılganlık ve savunmasızlıkla bezenmişti. Geçmişleri arasındaki köprüde zaferleri ve travmalarını yeniden ziyaret etmiş ve dizeleriyle ilk defa açıkça gençleri bu yaşam stilini takip etmemeleri konusunda uyarmıştı.
Jay bu zaaflarından birkaçını ifşa etme konusunda lükse sahipti çünkü güçlü yanları her zaman çok canlı ve hatırda kalıcı olmuştu. Ünlü olmadan önce ateşlilerle alkış tutmuştu. Kış ortasında buz, cehennem ortasında kor alev satmıştı. Kendi yeteneği sizinkileri bir boşuna uğraş olarak gösterirdi. Jay epey ünlenen bir şekilde Blueprint’i bir kişi hariç tamamen kendine ayırmıştı- o da zamanında hükmünü benzer derecede küstah, kaba ve absürd liriklerin kralı olarak sürdüren Eminemdi. Renegade’deki düeti Eminem’in efsane statüsünü sağlamlaştırmada epey büyük bir adımdı ve haikaten de Jay’i kendi şarkısında sönük göstermişti; fakat paragrafın başına dönersek, bu önemli değildi, çünkü Jay de geri kalan herkesi söndürüyordu, her yerde. Herhangi bir şekilde misafir rapçilere ihtiyacı yoktu. Altın çağın efsanelerinden Biz Markie, Q-Tip, ve Slick Rick gibi isimleri çağırıp nakaratın birinde birkaç kelime okutabilirdi. Arka vokal olması için Michael Jackson’ı bile çağırabilirdi- ki çağırdı da, Girls Girls Girls remixinde kredisiz şekilde.



The Blueprint zamansız bir albüm değil, zamanının tam anlamıyla bir damgası; müzikal bir kartpostalı olarak statüsünü koruyor. Hatta tam anlamıyla bütünlüklü bile değil. Albümün çoğunluğunda Jay lüks düşkünü mogul stili soul rap müziğinde kalsa da aralarda yine de olası ticari hitleri eklemeyi ihmal etmedi, gevşek ve kulüpler için biçilmiş kaftan olan “That N***a Jigga” ve Timbaland prodüksiyonundaki “Hola Hovito” gibi. Albümdeki akışı nasıl dağıttıkları ve şarkıların kendileri aslında sempatiye gayet açık özellikler. Ama kendileriyle ilgili asıl cazibe albümde tamamı ile 2001’e sıkışıp kalmış olan parçalardan ikisi olmaları. Bunun yanında Jay her ne kadar The Blueprint’te daha düşünceli bir persona çizmiş olsa da yine nadir kaçan bilgisizlikler, küçük tutam homofobi (Heart of the City’deki “men shouldn’t be jealous that’s a female trait” barı belki de en sırıtanı), Girls Girls Girls’ın objeleştirmesi ve etnik tiplemeleri… albümün derinliği ancak bir yere kadar gidiyor. Bunlar zaaf olmaktan ziyade albüm hakkındaki nostaljiyi romantize etmekten çıkarınca gördüğümüz şeyler. Şayet Jay-Z’nin bile bulunduğu zihniyeti değiştirmesi ve sonuçlarını görmesi yıllar buldu. Nas’a ibne diyen adamın, eleştirmenler tarafından düpedüz kadın düşmanı olarak suçlanan adamın, kadın düşkünlüğünün sonuçlarını 2018’teki 4:44 ile gayet iyi gören bir adamın bu negatiflere yönelik olgunlaşması The Blueprint’in güneşe yakın uçmanın zararları ile ilgili ne kadar önemli bir tarihi doküman olduğunu gösterir nitelikte.



Fakat The Blueprint’in derinliği yine de inkar edilemez bir şey. Rock eleştirmenlerinin Jay’i bir dahi olarak tanımlamaya başladığı, hor görenlerinin onu satılmış bir pop rapçisi gibi suçlamaktan vazgeçtiği, Jay’in neredeyse dünya çapında sevilen bir figür haline geldiği iş. The Blueprint en çok satan Jay-Z albümü değil (Vol.2 neredeyse iki katı sattı), hatta en iyi Jay-Z bile albümü bile olmayabilir, fakat Jay-Z efsanesini sağlamca kalıba döken albüm kesinlikle The Blueprint. Jay’in Hola Hovito’da söylediği şekilde; Big’den iyi değilse bile Jay’i ona en yakın yapan albüm. The Blueprint, Jay-Z’yi yeniden canlandıran ve kendisiyle birlikte rapin de yetişkinliğe erişmesinde dolaylı ve sıradışı bir manevra oldu. Jay haklı olabilir ve Notorious B.I.G’nin gölgesinden asla tam olarak sıyrılamayabilir (yaşayan herhangi bir rapper için de geçerli gerçi bu hüküm) fakat unutmamak lazım ki B.I.G de- maalesef erken vefatı sebebiyle- eski uğraşlarının sadece bahsettiğin şeyler değil de özünde kim olduğunu vurgulayan bir müzik kültürünün içinde büyümedi. The Blueprint otuzlu yaşlarında biri tarafından yapılmış anıtsal derecede önem arz eden bir albümdü ve daha önce hiç örneğine rastlanmamıştı. Sonuç olarak sonraki kuşakları etkileyen klasik albümler kontenjanında kıtlık yaşayan 2000lerin en önemli birkaç albümünden biri oldu, janranın giriş seviyesinde kaçırılmaması gerekenlerden biri haline geldi. Rick Ross’un öncülük ettiğine inanılan gösterişli soundun tam sekiz yıl önce bu albümün açılışında duyulabilmesi bile albümün ne kadar zamanının ötesinde ve o zamanda yapılan her şeyden nasıl farklı olduğunu ortaya koyuyor. Hafiften baya pop rap teklileri mi arıyorsunuz? Izzo, Jigga That N***a emrinize amade. Yürekten gelen nostalji parçaları mı? Buyrun Blueprint, buyrun Song Cry, buyrun Never Change. Bar üzerine bar için kulak kabartmak mı istiyorsunuz? Renegade ve Breathe Easy burada. Gençsiniz ve WhoSampled’a girip kaynak mı aramak mı istiyorsunuz? Heart Of The City ve The Ruler’s Back hizmetinizde. Hiphop’u çok güzel yapan her şey burada. Hem bu durumu sağlayan, hem de gerçekten zamanına göre farklı ve eşsiz bir şey yapan ve yıllar geçse de öyle kalan bir albüm daha var. Gariptir ki o da 11 Eylül’de çıkmış. Adı? Graduation.

Jay-Z, 20 sene sonrasında müzik dışında devasa bir figür, Amerika’dan dünyaya yayılmış genel kültürün inkar edilemez bir kimlik, ve tam teşekküllü bir iş adamı. The Blueprint rap yıldızlığına dair yeni bir yol icat etmiş olmasa da bunu icat etmiş olmaması pratik bakımdan daha önemli amaçlara hizmet veriyor. Daha somut örnekler vermek gerekirse günümüz ana akımının iki dev sütunu J Cole’A ve Drake’e bakmak yeterli olur. Şayet Drake gibi Jay-Z’ye yöneltilmiş suçlamaların çoğunu paylaşmış bir diğer mega rap yıldızının toksik duygusal ilişkileri rasyonalize etme konusunda “Song Cry”dan bir iki tüyo kapmadığını iddia etmek delilik olur. Aynı şekilde Jermaine Cole’un Born Sinner’dan 2014 Forest Hills Drive’a geçişindeki büyümenin onu imzalayan kişinin altıncı albümü The Blueprint’e dayanan bir manevi dallanma olduğunu düşünmek çok da kalın olmaz diye tahmin ediyorum.

Ha, ayrıca, Michiko Kakutani yanılıyordu.