14 Haziran 2020

SHAHMEN ile Röportaj - KİMSE TAŞIDIĞI İZLERİN SAHİBİ APTAL OLSUN İSTEMEZ

2018 tarihli, arşivden yayınlanmamış bir iş: Shahmen ile Röportaj…

Merhaba BLESS. Seni görmek çok güzel. Klasik bir giriş yapalım istiyorum. Shahmen’in harika bir kuruluş öyküsü var. Tekrarlamak ister misin, her şey nasıl başladı?

2006 yılının kış aylarında Amsterdam’daydım. Bir vasıta ile Sense ile tanıştık. Birçok prodüktörle çalışmıştım fakat hala yeni bir şeyler arıyordum. Sense’in The Q4 isimli harika bir grubu vardı. Müthiş şeyler üretiyorlardı. Sense’in tarzını çok beğeniyordum. New York’a döndüğümde The Q4’un altyapılarından biri üzerine bir demo kaydettim. 2007 yazında Amsterdam’a giderken kafamda tek bir fikir vardı. Sense ile bir albüm yapmak istiyordum.

Amsterdam’da buluştuk, bir şarkı üzerinde çalışıyorduk. Ona kafamda bir ortak albüm projesi olduğundan bahsettim. Biraz isteksiz davrandı. Stüdyodan çıkarken söz yazdığım defteri stüdyoda bıraktım. Aynı gece Sense beni arayıp stüdyoya kayıt yapmak için davet etti. Shahmen o gece doğmuş oldu. Sonraki üç yıllık süreçte stüdyoda çok fazla zaman geçirdik, birlikte seyahatlere çıktık. Birbirimizi çok etkiledik, aynı zamanda birbirimizden çok şey öğrendik. İlk albümümüzü 2010 yılında yayınladık ve birden işler değişti. İlk albümden sonra onlarca şirketten teklifler yağmaya başladı. Fakat bu bir grup işiydi. Tüm anlaşmaları reddettim ve müziğimiz kulaktan kulağa yayılmaya devam etti. Billboard listeleri, radyolar, pr çalışmaları olmadan bir Avrupa turu yapmayı becerdik.

Bütün bu cümbüşün sırrı kulaktan kulağa yayılarak kopması, değil mi?

Tam olarak öyle oldu diyebiliriz. Pr çalışmaları ile ilgilenmektense müziğimiz ile ilgilenmenin daha önemli olduğunu düşündük. İnsanlar da bizim hikayemize bir şekilde ortak oldular. Her zaman söylerim; bu müziği hisseden, paylaşan, çevresindeki bir kişiye dinleten herkes Shahmen’in bir parçasıdır. Çünkü meselemiz hep kendi tarzımızı yaratmak ve insanlara dokunmaktı. Herkes ayağını dış etkilerden korumak için ayakkabı sahibi olmak ister. Ancak etiket bağımlıları herhangi bir ayakkabının bir Air Jordan’dan teknik olarak bir farkı olmadığını anlamazlar.

Moda burada devreye girmiyor mu?

Tabii ki öyle. Moda sana Air Jordan’ın bir ayakkabıdan daha fazlası olduğunu söyletir. Tüm bu reklam dünyasına kanarsan Air Jordan’ı çekici bulursun. Halbuki bir şey sana yakıştıysa, gözüne güzel görünüyorsa zaten çekicidir.

Melodilerin arasında mutluydum

Shahmen

Bir teoriye göre bazı insanlar bilinçaltlarında melodilere, bazıları ise ritimlere yakındır. Daha önce çello ve bateri çalmış, hala rap yapan bir sanatçı olarak kendini nereye yakın hissediyorsun?

Melodilerden geliyorum. Çünkü melodi müziğin varlık sebebidir. Şarkı sözleri yazmadan önce çello çalıyordum. Bu nedenle melodilerin ne kadar kuvvetli olabileceğini biliyorum. Bir şarkının introsu seni o müziğe bağımlı hale getirebilir. Melodilerin arasında mutluydum ama bana yetmediğini hissetmeye başladım.

Sözlerimle beraber bir bütünlük içerisinde olduğunda daha kuvvetli bir müzik ortaya çıkarabileceğimi düşündüm. Kendrick Lamar söylenene göre sadece bir metronom üzerine söz yazıyormuş. Sadece ritmi bilerek koca bir şarkıyı oluşturuyor. Ben bu durumun tam karşı caddesindeyim. Stüdyoda tüm gece altyapıyı dinleyip bana ne söyleteceğini görmeden bir şarkı yazmam mümkün değil. Hatta çoğu zaman bu dinleme süreçleri bir şekilde o melodiye müdahale etme ve onun üzerinde değişiklik yapma aşamasına geliyor.

Benim en kritik dönemecim sanırım müziği çok sevdiğimi fark ettiğim andı.

Shahmen

Hepimizin hayatında bugün olduğumuz kişiyi var eden dönemeçler, fikirlerimize yön veren önemli köşe taşları, ışığı içeri sızdıran çatlaklar bulunur. Senin hayatındaki en kritik dönemeç neydi?

Hayat tuhaftır. Hem de çok tuhaf. Bir bahçıvan ya da marangoz çok basit bir iş yapıyor gibi görünmelerine rağmen dünyanın en sofistike işlerini yapıyorlar. Sadece görev olarak yaptıkları şeyler insanları mutlu ediyor. İnsanları mutlu eden bir şey yaptığında, yaptığın şeye karşı gerçekten bir ilgin olmasa bile, otomatik olarak mutlu oluyorsun. Ben bu dünyaya müzik yapmak için geldiğimi hissediyorum. Müziğin bir parçası olmaktan her zaman mutluluk duydum. Rap yapmaya ara verip film yapmakla ilgilendiğim bir dönem olmuştu. İnsanların müziğimizle hala ilgileniyor olması beni tekrar ateşledi. Benim en kritik dönemecim sanırım müziği çok sevdiğimi fark ettiğim andı.

Bazen sevdiği kişiyle, işle ya da herhangi bir şeyle arasına mesafe koymak insanın işine yarayabiliyor. Ne dersin?

Tüm büyük sanatçılar kariyerlerine ara verdiklerinde çok daha kuvvetli geri dönüş yaptılar. Bence haklı olabilirsin. Verdiğin ara deneyimlerinin demlenmesini sağlıyor sanırım. Amsterdam’dayken Felemenkçe öğrenmeye başlamıştım. Her gün televizyonda, radyoda, yolda giderken Felemenkçe konuşmalar duyuyordum. Amerika’ya döndükten sonra hiç Felemenkçeye ihtiyacım olmadı fakat dört yıl sonra otobüste Felemenkçe konuşan iki genç kız gördüğümde bu dili hala konuşabildiğimi fark ettim. Aklımın bir köşesinde hala durduğuna inanamamıştım. Çoktan unuttuğumu zannediyordum.

Shahmen ile Röportaj tam gaz devam :

Kendini nereye ait hissediyorsun? Stüdyo mu, sahne mi?

Çok tuhaf. Sahnede olmak bir seyahate çıkmak gibi. Hayatın boyunca çıkmak istediğin bir seyahati düşle ve içine bir sürü stres ekle, tam olarak öyle bir şey. Havaalanına geç kalabilirsin, aktarma uçuşun dört saat rötar yapabilir, kredi kartını kaybedebilirsin, telefonun bozulabilir, kız arkadaşınla tartışabilirsin… Bu tip streslerin tamamı bir albüm turnesinin eksik olmayan parçaları. Stüdyo ise daha tuhaf bir ortam. Çünkü orada ürettiklerin seni bu stresli turne planının sahibi ve onlarca farklı hayatla tanışacağın bir sürecin parçası yapıyor.

Birileriyle tanışmak konusu, özellikle bu müziğini dinleyerek bağ kurduğum biriyse, bana hep korkutucu geliyor. Sanırım hayatta en can sıkıcı an, hayranlıkla dinlediğin birinin aptal olduğunu anladığın an…

Çünkü tanışana kadar onu bir arkadaşın gibi görürsün. Seni etkileyen her şey bugün olduğun kişi üzerinde iz bırakır. Kimse bu izlerin sahibinin bir aptal olmasını istemez.

Bir müzisyen olarak hangi sorunun peşinde koşuyorsun?

En büyük meselem kendimi tatmin edebilmek. Çünkü kendimi tatmin edemezsem müziğimin bir başkasına keyif vereceğine ikna olamam.

Keyiften bahsediyorsak söylemem gereken bir şey var. Müziğinin yanı sıra Instagram hesabın da bana çok keyif veriyor. Yeni işlerinden, stüdyoda geçirdiğin süreçten ziyade seyahat ettiğin yerleri insanlarla paylaşıyorsun. Çokça seyahat eden birisi olarak favori şehrin neresi?

Bu konularda objektif olabilmek çok mümkün değil. Değişik zamanlarda değişik şeyler arıyorum. Bir sıralama olmaksızın bazı şehirlerin ismini verebilirim. Defalarca seyahat ettiğim Los Angeles’ı çok seviyorum. Çünkü Los Angeles’ı gerçekten bildiğimi hissediyorum. California ise evim. Amsterdam’ın kalbimde çok ayrı bir yeri var. Kendimi gerçekten bir yabancı gibi hissettiğim ilk yer orasıydı. Cape Town ve Tulum’u da çok severim ama ilişkimi şehirlerden ziyade insanlarla kurduğumu söyleyebilirim.

Son olarak sana dünyanın en basit sorularından birini soracağım. Mutlu musun?

Bu aynı zamanda dünyanın en zor sorusu, biliyorsun değil mi? Kesinlikle mutluyum. Bunu çok net bir biçimde söyleyebilirim. Her şeye rağmen mutluyum.

Shahmen Röportajı sonrası.